Sait Faik…
okuma süresi 3 dakikaYalnızlığın coğrafyayla bir ilgisi var mıdır? Vardır elbet. Sözgelimi Alaska’da yalnızlık nasıl yaşanır? Sait Faik’in Hişt Hişt öyküsündeki gibi mi? Kalabalık bir caddede tek başınıza yürüyorsunuzdur. Sağınızdan, solunuzdan her milletten insan akıyordur. Neşesi, şaşkınlığı, karamsarlığı dışına taşan yüzler görürsünüz. Ama siz dünyanın en ıssız coğrafyasındaymış gibi hissedersiniz. Alıp başınızı gidecek bir yer kalmamıştır. Penceresinden akşamüzeri elinde torbalarla evine dönen insanları izlediğiniz otel odaları gelir aklınıza. O sinsi duygu gelip içinize oturuverir.
Uzun süre başka kentlerin otel odalarında yaşadığım bu duyguyu İstanbul’a taşımak istemediğim için genellikle çocukluk arkadaşımda kalırım. Evimmiş gibi rahat ederim orada. Bir yandan da Sait Faik’in Bir Bahçe öyküsünde ona o bahçeyi gösteren otel odasının havasını merak ederim. “Bir gece eve geç kalmış, daha doğrusu eve canım gitmek istememiş, sarhoş, hayattan bezgin, Beyoğlu civarında bir otelde yatmıştım,” der anlatıcı. O anlatıcıyı da ben hep Sait Faik olarak düşünmüşümdür. Mekânın ruhu insanı etkiler, duygularını biçimler. Ama bana göre yalnızlık, her yerde aynı yalnızlıktır.
Nisan ayının son günü Galatasaray’da Mia Pera otelinde kaldım. İngiliz Konsolosluğu’nun hemen bitişiğindeydi. Resepsiyondaki görevliye sormadım ama odamın sokağa değil, konsolosluğun bahçesine bakmasını çok istiyordum. Altıncı kattaki odama çıkınca ilk işim pencerenin önüne gitmek oldu. Evet, İngiliz Konsolosluğu’nun bahçesine bakıyordu. Atkestanesi ağaçları beyaz çiçek açmıştı. Bahçeyi daha iyi görebilmek için sandalyeye çıktım. Pencere tavana kadar yükseliyordu. Mia Pera’nın yerinde o yıllarda hangi otel vardı? Sait Faik’in ılık bir sonbahar gecesi kaldığı, “yatmadan evvel” pencereyi açıp “bir cigara tüttüreyim” dediği ve şu anda gözümün önündeki bahçeye baktığı odası kaçıncı kattaydı? Beni çok etkileyen, öykücülüğüme güçlü bir ışık düşüren “Bir Bahçe” öyküsünün mekânına bakıyordum. Olağanüstü betimlemelerin yapıldığı, bir sıkıntının nesnelere paylaştırıldığı, “Halbuki buraya girmeden evvel her şeyden tiksinmiş, çok uzakta da olsa bir intihar havası koklamıştım,” dediği bahçe önümdeydi. Sait Faik’in sözcüklerle çizdiği, okurken benim canlandırdığım o büyülü, masalsı yere hiç benzemiyordu burası. Sonuçta, benzerlerini birçok yerde gördüğüm bakımlı bir bahçeydi. “Ama kargalar vardı,” diyor Sait Faik, onlar ki “mısırsız tarlaların feryadını, bir kıtlık marşını besteliyorlardı.”
Sait Faik’in görüp yazdığı, benim okuyup hayalimde canlandırdığım yer ile karşımdaki yer farklıydı. Aradan uzun zaman geçmişti. Ne genişlemesi, ne küçülmesi mümkündü. Aradaki fark edebiyatın, onun ve öyküsündeki gücün bir göstergesiydi.