Fatih Özgüven: “Tomris ile ‘Avni'”
okuma süresi 3 dakikaİçki namına ancak biraz şarap, Amerikan filmlerindeki eşhasa hevesle ara sıra bir parmak viski içebilen, ağzına rakı koyamayan, sodanın içine bir dilim limon atınca cin-tonik sanılır uman birinin bunu söylemesi garip ama beni içki içenler büyüttü. Üniversiteye kapağı atıp derin bir nefes alır almaz kendimi edebiyat çevresinin içki masalarında buldum. O masalardaki hiç kimse beni bir gün bile içki içmediğim için kınamadı. Tam tersine, kendilerinin yaptığını yap(a)mayanlara karşı hoşgörülü olmayı öğrettiler. Murat Belge’nin, Tomris ve Turgut Uyar’ın, Fethi Naci ve eşi Lale’nin, Cihat Burak’ın, Nahit Hanım’ın, Bebek Şadırvan’da, Cumhuriyet Meyhanesi’nde, Yakup’ta, Refik’te, Entelektüel Cavit’te, Krepen’de, Karaca’dakilerin masada kola ya da maden suyu içen, mezeleri hemen yenmesi gereken bir şey sanan birine nasıl katlandıklarına hâlâ şaşarım. Ama içki masası gerçekten bir terbiyedir. İçki sofrasında, yetişkinlik yolunda bir insan olarak çok şey öğrenirsiniz; nasıl dostluk edeceğinizi, masanın kendisinden kaynaklanan bir hoşgörüyü, sohbeti, bilemediniz zekice atışmayı…
Esas konu şu bence: Muhafazakârlığın ‘içkisiz’ çeşidi, şehirliliğin, şehirde birlikte yaşama âdâbının vazgeçilmez parçası olan şeyleri, meydanları, sinemaları, içki içme âdâbını ortadan kaldırmaya, silmeye çalışırlarsa başarılı olacaklarını sanıyor. Daha da gafilce olanı bundan bir hayat tarzı çıkacağını hayal ediyor! Bu anlayış için aslında bütün kötülüklerin anası olan şey içki değil, en çok şehirde gelişen omuz omuza yaşama, birbirini hoş görme, birbiriyle hoş geçinme âdâbı, zevki…
Bu şehirlilik adabını ilk bilenlerden, tadını ilk çıkaranlardan biri, ‘Osmanlı Şiiri Antolojisi’ndeki (YKY) biyografyadan aktarıyorum, ‘devlet idaresinde hayli sert, yeri geldikçe gaddarlık derecesinde asabi… son derece ketum ve plancı’ olmakla beraber büyük bir şair de olan ‘Avni’dir. Antolojideki Avni maddesi, muzip biçimde “AVNİ (Edirne 1432-Gebze 1481) Osmanlı Devletinin yedinci hükümdarıdır” şeklinde açılır ve kim olduğu malum olmakla birlikte, uzun süre bu mahlasın ardındaki kişinin gerçek adını anmadan, entelektüel niteliklerini ve şiirini değerlendirir. Tecahül-ü arifane, yani bildiği halde bilmezden gelme denen söz sanatı tam bu mudur emin değilim ama yazıda kurulan oyun hoştur: ‘Serbest, şuh ve âşıkane eda(sı) ardında gizli bir dindarlık’ bulunan bu şairin Plutharkos çevirtmek gibi, Venedik Cumhuriyetinden davet ettiği ressamlara portresini yaptırtmak gibi entelektüel ve sanatkârca zevklerle ülfeti de vardır, küçük bir çocukken yaptığı karalamaları görseniz basbayağı şaşarsınız! (Adına yapılan tuhaf ama eğlenceli, lunapark havasındaki Fetih Müzesi’nin girişinde fotokopileri var.) Onun antolojiye alınan Gazel’inin son beyti, bugün bir yaşama biçimi ve kültür olarak yok sayılmaya çalışılan Galatalılığın ne imrenilecek bir şey olduğuna dair ilk kanıtlardan biri olabilir, en azından ben hep öyle bir ürpertiyle okumuşumdur: ‘Ey Avni! Sevgilinin sana ram olacağını sanma!/ Sen İstanbul padişahısın, o Galata’nın şahıdır.’
Sadece buradaki tevazu değil, şehir ve mahalleyle kurulan oyun, derin şehirlilik hissi de çok zarif gelir bana. Birçok yorumcu size aslında sevgilinin sevgili olmadığını, bir mecaz olduğunu anlatacaklardır. Ama Galata’nın Galata oluşunu reddeden, reddetmekle uğraşan hiç duymadım. Şehir şehirdir.
Şehri Müslümanlar için fethetmekle ilgili olarak kendisine verilen unvanı isim olarak taşımaktan her zaman hoşlandığım ‘Avni’nin, mesela Tomris Uyar’la benden çok daha iyi anlaşacağına, bu iki gerçek İstanbullunun sahici bir şehirlilik hissinden kaynaklanan sürüyle entelektüel hazda buluşacaklarına emin gibiyim. Ben de ‘asabi’yim, ama herhalde Avni’ninki çok daha havalıydı, benim çocukluk asabiyetlerime bile katlanan Tomris onun afili asabiyetine haydi haydi katlanırdı. İkisi Galata’da nerelere giderler, ne sohbetler eder, neler konuşurlardı acaba, onu da Allah bilir.
Radikal‘den alınmıştır.