Biz ne zaman ağlasak hep hüzne denk geldi…
okuma süresi 5 dakika“Televizyonda Seul Olimpiyatları var. Naim Süleymanoğlu dünya rekoru kırarak altın madalya kazanıyor. Babamla ağlıyoruz. Mevsimlerden sonbahar. Bunaltıcı yaz sıcağı yok artık. Gündüzler git gide kısalıyor ve akşamlar serin oluyor. Birazdan yemek yiyeceğiz, annem mutfakta menemen yapıyor. Az sonra elinde tencereyle içeri giriyor “Hadi sofraya!” diyor. Ağladığımızı farkedince “ Aa noldu?” diye şaşırıyor önce. Televizyondan spikerin ağlamaklı sesi geliyor “Bravo Naim… Naim dünya şampiyonu…” Annem televizyondan gelen sese yöneliyor, birkaç saniye ekrana bakıp sonra soruyor “Kazandı mı Naim altın madalyayı?”. “Kazandı” diye cevaplıyorum. “Ağladığınızı görünce ödüm koptu bir şey oldu diye, oh çok şükür” diyor. Babam ayakkabılarını giyiyor o sıra. “Yemek yiyoruz şimdi, nereye bu saatte?” diyor annem. Babam cevaplıyor; “Hava alacağım biraz, siz yiyin yemeğinizi”. Amcamlara gidiyor ben biliyorum…”
Ablam ortaokul birinci sınıfa, ben ilkokul üçüncü sınıfa gidiyorum. Bu semte geçen yıl taşındığımız için okula yeni alıştım sayılır. Mahalledekilerle daha samimi olsam da okulda da birkaç iyi arkadaşım var. Ön sıramda Özlem ile en yakın arkadaşı Ayşegül oturuyorlar. Ben Özlem’e aşığım! O yaşta aşık nasıl olunursa öyleyim. Özlem hem güzel hem de akıllı bir kız . Gözlerimi ondan alamıyorum. Her yaptığını, konuşmasını büyük bir dikkatle izliyorum. O ise en çok Mesut ile konuşuyor. Teneffüslerde bahçede birlikte geziyorlar. Sinir oluyorum ama elimden de bir şey gelmiyor. Eskiden olsa en azından gazoz falan alırken iki tane alıp birini Özlem’e verirdim diye geçiriyorum içimden. Bu da biraz olsun sohbet etmemize vesile olurdu belki. Ama bir süredir okul harçlığı alamıyorum ki evden. Babam şu sıralar çalışmadığı için biraz idare etmemiz gerektiğini söylüyor annem. Bu yüzden her gün bir Elvan Gazozu, bir kıymalı börek keyfine ara veriyorum zorunlu olarak.
Dokuma atölyesinde usta başı olarak çalışıyorken, patron işçilerin paralarını ödemeyi aksattığı için patrona karşı işçilerin haklarını savunuyor babam. Patron babama “Tamam senin paranı ödeyelim, ama işçilerinkini şu an ödeyemeyiz, beklesinler” diyor. Babam da “Olmaz öyle şey, ben alayım onlar almasın.. Yazık, çoluk çocukları var” diyor. Patron “Usta, senin paranı veriyoruz işte daha ne istiyorsun?” diyor. “Paralar ödenmezse kimse çalışmaz, ben de çalışmam” diyor babam. Patron “Sen bilirsin” deyince babam alıyor ceketini çıkıyor atölyeden. Sonradan öğreniyor ki, o işçilerden en kıdemli olanı usta başı oluyor atölyeye. Babamı ve diğerlerini yarı yolda bırakarak bugünkü tabirle kariyerinde bir basamak daha tırmanıyor.
Günlük hayatımızda zaten ekstra harcamalarımız olmadığından bu yeni duruma alışmak çok da zor olmuyor aslında bizim için. Ama yine de bazı mecburi değişiklikler var. Mesela ekmeği artık kapımızın önündeki fırından değil öteki mahalledeki Halk Ekmek’ten alıyorum. Birkaç sokak aşağıda da bir bakkal var. Taşıma esnasında hasar görmüş, kabuğu çatlamış veya kısmen kırılmış yumurtaları yarı fiyatına satıyor. Yumurtayı da oradan alıyoruz. Bunun gibi birkaç değişiklik işte. Ablam ortaokula gittiği için ona az da olsa harçlık veriliyor. Yeni forma falan derken oldukça masraflıymış ortaokula başlamak, annem öyle diyor. Ben ablamın eski önlüğünü giyiyorum. Eteğin başladığı yerden kestirmiş annem terziye, biraz büyük ama idare eder. Sınıfta yanımda oturan Suat her gün ekmek arası tavuk getiriyor evden. Abisi otelde çalışıyor, o getiriyormuş Suat seviyor diye. Bana soruyor “Yer misin?” diye ama canım çektiği halde isteyemiyorum. Çok sevmesem de o sıralar canım nasıl tavuk çekiyor anlatamam. Evde durumlar iyiyken yüzüne bakmadığın şeyler yokken kıymetli olur zaten hep.
Bir gün teneffüs dönüşü sınıfta oturmuş öğretmeni beklerken Özlem arkaya dönerek bana “Ayağa kalksana bi” diyor. Şaşırıyorum “Neden?” diye soruyorum. “Ya hadi nolur” diyor. Kalkıyorum. Ayşegül’e bakıyor, birlikte gülüyorlar. “Noldu, niye gülüyorsunuz?” diyorum. “Yok bir şey” diyor. Sonra yine arkasını dönüyor ve tekrarlıyor “Ayağa kalksana bi”… Kalkıyorum… Ayşegül ile birlikte gülüyorlar. Bu birkaç kez tekrarlanıyor. Bu yakınlaşmaya anlam veremesem de benim de hoşuma gidiyor. Her seferinde gülüyor Özlem. Çok gülüyor hem de. Ben de gülüyorum. Benden hoşlandığını düşünüyorum. Neden güldüklerini söylemiyor. Sonunda arkamda oturan Halil uyandırıyor beni; “Kalkma ayağa, kız önlüğü giyiyorsun diye seninle dalga geçiyorlar.” Ağlayarak çıkıyorum sınıftan. Hayal kırıklığı ile kızgınlık arasında bir şeyler hissediyorum ama ne olduğunu tam olarak bilemiyorum. Mesut’un yeni önlüğünü düşünüyorum. Sonra üstümdeki ablamın eski önlüğüne bakıyorum. Özlem’in gülüşünü düşünüyorum. Param olsa da almam artık ona gazoz falan…
Mahalleye gelince annemin sabahtan tembihlediği üzere kırık yumurtacıdan yumurta alıyorum. Eve gidiyorum. Televizyonda Seul Olimpiyatları var. “Birazdan Naim Süleymanoğlu podyuma çıkacak” diyor spiker. Yumurtaları anneme veriyorum. Babam salonda oturuyor. Ona anlatıyorum okulda yaşadıklarımı. Anlatırken yine ağlıyorum hırsımdan. Babam da ağlıyor. Birlikte ağlıyoruz. “Sen merak etme oğlum, amcandan borç isterim sana yepyeni bir önlük alırız” diyor. Mutfaktan menemen kokusu geliyor. Naim dünya rekoru kırıyor…