Ülkü Tamer: “Günün birinde ev telefonu çaldı. Açtım.”
okuma süresi 2 dakikaGünün birinde ev telefonu çaldı. Açtım. “Ülkü Tamer’le mi görüşüyorum?” dedi bir ses. “Adana’dan geldim. Sen şiir yazıyormuşsun. Ben de yazıyorum. Tanışmak isterim.” Eve çağırdım. Biraz sonra geldi. Gelir gelmez, kitaplığa ilişti gözü. “Vay be!” dedi. “Kimin kitapları bunlar?” “Babamın” dedim. “Benim babamın bu kadar çok kitabı olsa, onu hemen öldürürüm. Hepsi bana kalır” dedi. Babamın, kitapları zaten benim için aldığını anlatmaya çalıştım. Dinlemedi bile. Nihat Ziyalan’la böyle tanıştık. Halkevi Bahçesi’ne gittik. Yeni Ufuklar’da bir şiiri yayımlanmıştı. Onu gösterdi. Mutluydu. “Ne zaman gidiyorsun İstanbul’a?” diye sordu. Söyledim. “Ben Adana’da istasyona gelirim. Tren orada kırk beş dakika duruyor. Biraz çene çalarız” dedi. Gerçekten de geldi istasyona. Yanında bizim yaşlarda biri daha vardı. Tanıştırdı: “Yılmaz Pütün.” Nihat’ı da, Yılmaz’ı da çok sevdim. Birkaç yıl sonra Nihat, şiir kitabının “müsvedde”sini İstanbul’a bana gönderecek, ben de kitabı inanılmaz bir hızla, üç günde bastıracaktım. Yalnız adını değiştirmiş, ‘Asık Yüzlünün Biri’ yapmıştım. Nihat, bir hafta sonra postadan çıkan basılı kitabı görünce şaşırmıştı. Şimdi Avustralya’da.
Yılmaz Pütün İstanbul’a gelince beni buldu. Pek tanıdığı yoktu. Uzun süre benimle kaldı. Yemeklerimizi, çoraplarımızı paylaştık. Öykü yazıyordu. Arkadaşlarımla tanıştırdım onu. Günün birinde, “Ben oyuncu oluyorum; bir filmde oynayacağım” dedi. “Ulan senden oyuncu mu olur!” diye güldük. Sadece oyuncu değil, gerçek bir sinemacı oldu. Yılmaz Güney oldu.
OT dergisinden alınmıştır.