Ahmet Terzioğlu: “Vonnegut’un anlaşılması halen muamma”

okuma süresi 4 dakika
"1944 yılında II. Dünya Savaşı'ndan yırtıp dönmek üzereyken annenizin Anneler Günü'nde uyku hapıyla intihar ettiğini öğrenirseniz, gerçek savaş işte o zaman başlar. Kurt için de öyle olmuş."

Vonnegut Türkiye’de yeteri kadar kıymet gördü mü sence? Yoksa henüz mü okumaya başladı insanlar?

Bence gördü. En azından beklediğimden daha hızlı biçimde, yani oldukça garip bir biçimde keşfedildi Türkiye’de. Çoğu yayınevi Vonnegut’un çağdaşı hiçbir yazarın farkında bile değilken Dost Yayınevi külliyatının büyük kısmını özenle bastı. Okurlar arasında da, özellikle örnek okurlar arasında da belli bir farkındalık kısa sürede oluştu. Hatta edebiyatımızın yeni dalgasını oluşturan –en azından ben onlara öyle diyorum– yazarı da etkiledi. Mesela Canıgüz ve Menteş’te bu etki açıkça ortadadır. Canıgüz’ün sinizminde, konvansiyonlarla makara geçişinde de bu etki var. Hele ki Gizliajans’ta bu artık ayan beyan bir haldedir.

Bartheleme ya da Barth’tan o kadar haberdar değiliz örneğin daha. Ama tabii bu hızlı keşif ve tükediliş sürecinde Vonnegut’un nispeten kolay okunur bir dile sahip olmasının da etkisi var. Hazır çorba çağında hızlı tüketilen kazanılıyor. Ama asıl mesele ne kadar anlaşıldığı. Vonnegut ne yapmıştı, burada ne anlaşıldı… Bunlar daha bir muamma hâlâ.

Vonnegut çevirileri hakkında ne düşünüyorsun? Dahası, Türkçeye çevrilen Amerikan yazarların çevirileri hakkında ne düşünüyorsun?

Burada güzel bir noktaya değindin aslında. Genellikle okurlar okudukları kitapların çevirileri üzerine düşünmüyorlar. Örnek okurluk sıkıntılı bir süreç. Karşılaştırmalı okuma yapan biri olarak, Vonnegut’un çok da karmaşık olmayan dilinden de dolayı genelde memnun olduğumu söyleyebilirim.

Dost’tan April’a giden süreçte benim takıldığım nokta farklı. Bence bir yazarın bir çevirmeni olmalı. Böyle de monopol bir çeviri düşüncem var. Yazarın bir dünyası varsa, bir aracı olarak bile olsa çevirmenin de bir dünyası var. 22 tane çevirmen tarafından çevrildiğinde metinler gerçekten allak bullak olabiliyor.

Tabii Vonnegut’un bir sürü kitabı var. Hepsini basmak isteyen bir yayınevi de birden fazla çevirmenle çalışıyor.

Çeviriler bir kokteyl olabiliyor, farklı çevirmenlerin dil anlayışlarından oluşan.

Savaş görmüş biri Vonnegut. Nereye koymalıyız Vonnegut metinlerini? Mesela, Lem’le birlikte anabilir miyiz?

Dresden’i asla unutmamış Vonnegut. Ama bence bu adamın kafasının içindeki savaş daha mühim. İsmindeki JR’ı fırlatıp atmak için can atan Vonnegut, paramparça olmuş Dresden bebeklerini onarmaya çalışan Vonnegut’tan daha çekici geliyor bana.

Bilim adamı baba ve bilim adamı kardeşin altında ezilmiş bir adam, annesi intihar eden bir adam, kendisi intihar girişiminde bulunan bir adam, çocuğu intihara meyilli bir adam olarak Dresden’den çok daha fazla sıkıntıyı kendi genetik kodlarında taşımış Vonnegut.

1944 yılında II. Dünya Savaşı’ndan yırtıp dönmek üzereyken annenizin Anneler Günü’nde uyku hapıyla intihar ettiğini öğrenirseniz, gerçek savaş işte o zaman başlar. Kurt için de öyle olmuş.

Anne böyle gitmiş. Sürekli intihar muhabbeti hayatının içinde olmuş. Baba ve abinin hep daha altında bir zeka olarak görülmüş. Ailenin tüm erkekleri MIT’de çalışıyor. Kardeş mucit. Sen dandik bir yazarsın –henüz– ve savaşta aldığın tahribat sonrasında Saab satıyorsun. Saab, Amerika’da şansı olmayan bir İsveç arabası.

O yüzden yazdığı bilim kurgu değil. O yüzden bilim kurgu görünümünde birer manifesto kaleme alıyor Vonnegut. Bilim yapamıyor, edebiyat yapmak isterken cümleler kırılıyor. Anüse benzeyen yıldızlarla ayrılıyor paragrafları. Polonya’yı belki görmüş bir Alman göçmeni ailesi çocuğu. Lem neyse tam aksi. Bilim değil, ciddi değil. Başka bir şey.

Başucundan ayırmadığın bir metni var mı? Varsa, hangisi ve neden?

Hiç başucu kitabım olmadı Vonnegut’un kitapları. Ama God Bless You, Mr. Rosewater’ı seviyorum. Biyografiyi kullanış biçimi her zaman ilgimi çekiyor. Kendini dahil edişi falan değil, öyle meta numaralarını ilkel buluyorum. Lakin biyografiye yaklaşımı hiç de küçümsenemez. O açıdan Rosewater’dan çok şey öğrendim.

Bu mevzu ilgimi çekiyor zira.

Vonnegut bize ne söyler? Hikmetli sözler mi, büyük bir hayal mi, distopik bir karmaşa mı? Ne dersin bu konuda?

Hiçbiri ama belki hepsi, şöyle ama: İnsanlar kötüdür. Onlara asla güvenmeyin. Bir kaplumbağa herhangi bir insandan çok daha iyi bir dosttur. Kaplumbağa yerine kendi sevdiğiniz hayvanı koyabilirsiniz.

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.