Cihan Özpınar: “Vonnegut’un müptelalılığı haktır”
okuma süresi 5 dakikaTanıdığım iyi Vonnegut okuyucularındansın. Türkçeden mi okudun ilk Kurt Vonnegut’u?
Estağfurullah diyeyim öncelikle. Vonnegut’ı severim, birkaç kitabını okudum şimdiye dek, ama bir Vonnegut müptelası değilim –henüz. Biraz vakitsizlikten, biraz da geç keşfetmiş olmaktan kaynaklı bir durum bu. Fakat müptela olunmayı kesinlikle hak eden bir yazardır. İlk defa Türkçeden okudum, evet, “Kodes Kuşu” (Jailbird) ile başladım bu yazarı ve tabii onun efsane karakteri Kilgore Trout’u tanımaya. Dost Kitabevi çevirmişti bunu, diğer birçok kitabıyla birlikte.
Buralardan göçmesinin tarihi çok eski değil. Aslında görme ihtimalimiz varmış biraz da olsa. Tanışmak ister miydin? Ki sen, David Harvey ile tanışmış bir insansın.
İsterdim elbette, istemez miyim? Harvey çok büyük bir düşünür ve bilim insanı, onunla tanışma ve sohbet etme bahtiyarlığı bir kenara, Vonnegut’a sorabileceğim çok şey var açıkçası, özellikle de bugün. Amerikan işçi sınıfının politik olarak çöküşünden ve ardından gelen McCarthy’cilikten bugüne çok zaman geçti ve bir edebiyatçı olarak, ama herhangi bir edebiyatçı değil, çok keskin toplumsal gözlemleri ve zaman zaman insanı ürperten kehanetleri olan bir edebiyatçı olarak, bilhassa bugünkü şartların ileride nerelere evrilebileceğine yönelik kehanetlerde bulunmasını isterdim en çok. Yazık ki iş işten geçti ve yeni bir Vonnegut gelecek değil. Toprağı bol olsun.
Seyahate gidiyorsun ve bir Vonnegut kitabı alman lazım yanına. Hangisini alırsın ve niçin?
Herhalde “Şampiyonların Kahvaltısı”nı (Breakfast of Champions) alırdım yanıma. Kilgore Trout’un (ki kendisi bir bilimkurgu yazarıdır), romanın ana karakterinin (adını hatırlayamadım şimdi) zihnindeki fantazmadan sıyrılıp gerçekliği delip geçtiği müthiş bir kitaptır. Ayrıca Vonnegut’ın başka romanlarından başka karakterlerin de hikayenin içine dahil olduğu, epey (sevilen tabirle) metinlerarası bir roman. Çok fazla spoiler vermek istemem okumamış olanlar için ama bütün bu karakterler üzerinden yapılan Amerikan toplumu gözlemleri filan nefistir.
Biz neden Vonnegut okumalıyız? Çokdilli birisin; hangi dilden okumalıyız ve de?
Kısaca söylemek gerekirse, Amerikan toplumunu, en azından bir dönemini – Vonnegut 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde ve bu dönemi yazmış bir yazar –anlayabilmek, ABD Soğuk Savaş’ın kapitalist cenahında süper güç olarak yükselirken bunu var eden minör dinamikleri, toplumsal hayatın damarlarında gezinen o hikayeleri son derece ironik bir anlatımla, hatta kimi zaman kara mizahla takip etmek için Vonnegut okumalıyız.
Dil konusunda da, elbette, İngilizcesi yeterli seviyede olanlar yazarı orijinal dilinden okumayı en azından denemeliler. Bu tabii aşağı yukarı her yazar için geçerli, bilhassa edebi şahsiyetler için. Neticede araya bir çevirmen, yani –çevirmen dostlarımız bağışlasınlar ama teşbihte kusur olmaz– bir hain koymadan, doğrudan yazarla yüzleşmek en güzeli. Çok zorlayıcı bir dili de yoktur bu arada, o bakımdan da teşvik edici olayım. Ayrıca Türkçe okuyanlar olarak Vonnegut açısından şanslı sayılırız. Dost’un yaptığı Türkçe çeviriler, okuduğum kadarıyla, epey iyiydi. Bir de Vonnegut gibi bir yazarı Türkçeleştirmek Amerika’yı Türkiyeleştirmek kadar zor olduğu için haklarını teslim etmek lazım. Bu arada duyduğuma göre Vonnegut kitapları yeniden basılacakmış başka bir yayınevi tarafından. Eğer yeni çeviriler yapılacaksa, onlar için de bol şans dileyelim, daha iyisinin çıkmasını umalım.
Kiminle birlikte anıyorsun Vonnegut’u? Kimden etkilemiş ve kimi etkilemiş sence?
Vonnegut ilk hangi ismi söylerdi bilemiyorum, ama Amerikan edebiyatında John Steinbeck’in bende özel bir yeri vardır, sevdiğim bir başka büyük yazar. Her nedense Steinbeck ve Vonnegut arasında bir bağ varmış gibi düşünürüm. Edebiyatçı değilim, kendi halinde bir edebiyatseverim, o yüzden iddialı bir söz söylemekten kaçınayım. Ama her iki yazarın da romanlarına baktığımda, Steinbeck’in 2. Dünya Savaşı öncesinde yazdığı, “Bitmeyen Kavga” diye vakt-i zamanında çevrilmiş o müthiş romanı “In Dubious Battle”daki (bu kitap “Müphem Kavga” diye çevrilmeliymiş aslında, ama kitabı hatırlıyorum, babamdan kalma bir May Yayınları baskısını okumuştum. Tabii May solcu bir yayınevi olduğu için, söz konusu kavgayı müphemlikten çıkarıp bitimsizliğe vurgu yapmayı tercih etmiş olmalılar dönem şartları itibariyle) Amerikan işçi sınıfının ve Amerikan Komünist Partisi’nin mücadelesinin giderek “müphemleşmesi” ile Vonnegut devrinde, yani İkinci Dünya Savaşı’nın, McCarthy’ciliğin akabinde eskinin müphemleşmekte olan mücadelesinin artık tamamen ortadan kalkması ve bunun da Vonnegut’taki belirgin hayal kırıklığı arasında bir süreklilikolduğunu tespit ediyorum. Sanırım bu hayal kırıklığına en iyi örnek de, yazarın Jailbird’ün açılışına Sacco ve Vanzetti’nin 1927’deki idamlarını yedirmiş olması ve romanın ilerleyen bölümlerinde basit bir suçlama olarak “komünistliğin” anti-komünist propaganda ve siyaset tarafından nasıl sindirilip yok edildiği üzerine kurduğu hikayedir. Aslında şimdilerde –şükür ki– çok daha sıkça dile getirilen liberal demokrasi görüntüsünün altında işleyen o bunaltıcı baskı mekanizmaları karşısında toplumun savunmasız ve biçare kalmasının hikayesini okumamız mümkün Vonnegut’ta. Yazarın 1952’deki ilk romanı “Player Piano”nun (Otomatik Piyano), bu dediğimi göz önüne alacak olursak, bir distopya örneği olması da rastlantı değildir. Adamın yazmayla ilgili “derdi”, “meselesi” buradan çıkmış esasen.
O bakımdan, bu “dert” açısından düşündüğümüzde, Amerikan edebiyatında kimi etkilemiş sorusuna cevap bulmakta zorlanıyorum. Muhakkak anlatım biçimiydi, roman formuydu, vs. bu tür açılardan birilerini etkilemiştir, buna bir yorum getirecek ehliyetim yok ama siyasal ve toplumsal plandaMark Twain’den Steinbeck’e, ondan Vonnegut’a miras kalan o “dertli damar” Vonnegut’la birlikte kesilmişe benziyor. Ama belki de kesilmemiştir, sadece Amerikan edebiyatına hakim olmadığım için bilemiyorumdur.