Ana rahmine geri dönüş – Nirvana // In Utero 20. yıldönümü baskısı
okuma süresi 6 dakikaHiç unutmuyorum, 90’ların başında, geleceği parlak diye addedilen sülalenin zeki oğlan kontenjanının verdiği yalancı rahatlıkla, adı olan bir Anadolu lisesinde öğrenci olarak henüz orta 2 civarlarında sivilce patlatıyorken, Queen ve Freddie Mercury sağolsun, o zaman çok daha özgünlük ve havalılık garantili rock müzik fenomenine sardırmıştım. Queen’in suya sabuna çok fazla dokunmayan ama güzelliği yadsınamaz naif müziğinden bir kuantum ışınımı hızında metal müziğe geçiş yapmıştık. TRT 3’te Rock Market’in kaçırılmadığı, İnternet diye bir şeyin olmadığı, müzik ortamının henüz Stüdyo İmge gibi dergiler (sonra Roll imdadımıza yetişmişti) ve asla paramızın çıkışmadığı pahalı ve yabancı Metal Hammer ve Kerrang! gibi dergilerden takip edilmeye çalışıldığı zamanlardan bahsediyoruz. Varsa yoksa Blue Jean‘in iki sayfalık rock kısmı ve Rock Kazanı‘nın dillere destan redaksiyon hataları ve 8. sınıf hamur kâğıda baskısı…
Derken bir anda, o zamanlar her şeyin Türkiye’ye biraz geç gelmesi gibi, 2 sene gecikmeli de olsa bir anda her yerde kareli ormancı gömlekli delikanlılar, depresyon hırkalı ve kızıl-mor saçlı kızlar doldurmuştu sokakları. Ben de ne ayak diye bakıyordum ama Akmar Pasajı’nda yaşça büyük metalci abiler sayesinde yaşımıza aldırmadan bira içip geyik yapabiliyorken çok da aldırmıyordum. Sonra o zamanlar en popüler müzik kaynağı olarak Ömer Karacan’ın Number One TV olarak ön ayak olduğu MTV Europe kanalında, ‘Smells Like Teen Spirit’ şarkısına rastgeldim. O pejmürde ama havalı duran ve metalcilerin niyeyse ‘gringolar’ diye aşağıladığı (grunge >> gringo) gençlerden birinin tişörtündeki o sarı saçlı güzel yüzlü genç adam ‘a denial’ (bu bir inkâr) diye çığırıyordu. Burada farklı bir şeyler olduğunu, en şapşal metalci bile anlamış olmalıydı. Anlamazlıktan geliyorlardı ama ben sanırım olaya uyananlardan oldum.
Ertesi gün bütün kasetçilerde (CD olayı henüz çok lükstü, çalayırı da yoktu tabi her evde, onu geçiniz) “Nirvana” adlı bu grubun “Nevermind” albümünü aramaya çıktım. Hayatımda daha önce hiç orijinal bir albüm almamıştım. Varsa yoksa çift kaset çalar tarzı merdivenaltı kaset imalathanelerinde çoğaltılan Sepultura, Slayer, Metallica, Iron Maiden vb. gibi kapakları elle ve özenle hazırlanan korsan kasetler.
O gün bütün her yeri taradım ama kaderin garip bir cilvesi, hiçbir yerde yoktu havuz suyunda oltadaki doları kovalayan bebek. Meğerse yeni baskısı bekleniyormuş. Sonra Akmar’daki Atlantis Müzik’teki Kızılderili abi (bir ara onunla ilgili de bir şeyler yazmayı düşünüyorum) “e olm yeni albümleri çıktı onu alsana, hem şarkı sözleri de kapakta var mis gibi” diye kestirip attı (şarkı sözlerinin albüm kapağında bulunması ciddi bir artıydı). Bütün gün aranıp da üçün birini almanın hırsıyla iyi bari deyip almış bulundum. Kadıköy’ü arşınlarken, her yerde “Nevermind” albümünün olduğunu görmek ise ertesi günün şakasıydı.
O günden bu yana tam 20 yıl geçti, ben (aslında) olamasam da adam olmuş bulundum. Kurt Cobain tümden reddetti zaten bunu malum. İlk bakışta anlaşılması zor ve muallak, ancak daha sonra, bilhassa Seattle oluşumunun başyapıtı olduğu herkesçe kabul gören bu şairane punk eseri, ilk çıkışının 20. yılı anısına, yine albümü kaydeden ve miksleyen analog sever efsane prodüktör ve müzisyen Steve Albini tarafından elden geçirildi ve plak şirketi tarafından özel bir kutu şeklinde yeniden basıldı. 24 Eylül’de yayınlanacak bu yeni edisyonda albümde yer almayan B-Sides şarkıları, canlı kayıtlar ve demolar, orjinal halinin Abbey Road Stüdyoları’nda yeniden master edilmiş hali, canlı kayıt DVD’si ve en önemlisi, Steve Albini’nin yeniden yaptığı miksin olduğu albüm CD’si, her Nirvana insanının elinin altında bulundurmak isteyeceği nadir fotoğrafların ve notların bulunduğu bir kitapçık yer alacak. Steve Albini demişken burada önemli bir parantez açmak gerekecek. Zira Nevermind gibi gençliğin kalbine atom bombası gibi düşmüş bir albümden sonra, grubun 3. stüdyo albümü olacak olan “In Utero”; 1993 senesinin en çok beklenti yaratan albümüydü. Zira ABD’deki raggae istasyonlarından biri bile, bir günde onlarca kere “Smells Like Teen Spirit” adlı isyan marşını çalar olmuştu.
1991 Eylül’ündeki çıkışını takip eden 3 ay içinde tüm dünyadaki müzik anlayışını yerlebir eden bir albümden bahsediyoruz. 80’lerin bunaltıcılığından ve zevksizliğinden sıtkı sıyrılmış, bugünlere kadar gelecek olan kanlı bir sürecin önemli bir dönemeci olan Körfez Savaşı ile zaten bunaldığı geçmişin dayatmalarından ziyade, geleceğin kırılganlığı ile ilgili iyice kaygılanan gençleri (baby boomer’ların çocukları) barındıran dönem zeitgeist’ını, içerdiği karamsar ve tavizsiz post-post punk sound’uyla 12’den vurmuştu.
İşte bu büyük beklenti, o zamanın tavizsizliği ve dikbaşlılığıyla ünlü, “Pixies” gibi gruplara yaptığı işlerle saygı duyulan ancak bir şekilde sakınılan nevi şahına münhasır bir ses mühendisi olan Steve Albini ile kayıt yapılacağı duyurulduğu zaman, biraz sallantıya girmişti bile. “Nevermind” gibi bir devin ağırlığını zaten daha tek nota bile kayıt etmemişken üzerinde hisseden Kurt Cobain ve arkadaşları, böylelikle çok ciddi bir riske dalmış oldular. Hatta Steve Albini’nin, işi kabul etmeden önce Nirvana elemanlarına attığı mektup aynen şu şekildedir:
“Bence bu noktada yapabileceğiniz en iyi şey, tam da yapmaktan bahsettiğiniz şey: Yüksek kalitede ancak minimal prodüksiyon içeren ve plak şirketindeki demirbaşların karışamayacağı bir kaydı birkaç günde gümletmek. Eğer gerçekten istediğiniz buysa, seve seve bu işin içinde olmak isterim.
Eğer ki, bunun yerine, kendinizi plak şirketine boyun eğer bir şekilde bulmak ve her an işin rafa kaldırılması tehdidiyle yaşayacaksanız (şarkıları/partisyonları/miksi baştan çalışın, albümünüzü ‘tatlandırmak’ için dışarıdan başka bir prodüktör getirip bütün eserleri bir masabaşı saçmalığına çevirin vs.) o zaman yazık size derim ve bunun bir parçası olmak istemem.
Ben sadece sanatçıların kendi müzik algısını ve duruşunu harbien yansıtan kayıtlarla ilgileniyorum. Eğer kendinizi kayıt metodolisinden ödün vermemeye adayacaksanız, sizin için kıçımı yırtacağıma emin olun. Etrafınızda dört dönüp, en sert eleştrilerimle kafanıza kafanıza vurmaktan da çekinmeyeceğim.”
Sonuç olarak albüm bir şekilde çeşitli tartışmaları da beraberinde getirerek 1993 Mayıs’ında piyasaya çıkar. İlk izlenim, genelde insanların albümü dinlemekte veya en azından sözlerini anlamakta zorlandığıdır. Tabii ki “Nevermind” gibi büyük bir fırtına koparmaz. Ancak bugün çoğu eleştirmenin de ortak kanısı, “In Utero”nun, Nirvana’nın gerçekleştirdiği en iyi şey olduğudur. Tıpkı “Ten” albümünün Pearl Jam’in yaptığı en iyi şey olması gibi.
19 yıldır var olmayan Nirvana için bu denli ayrıntılı bir tribute çalışması yapılması, aslında grubu en hızlı zamanında canlı olarak takip etme şansına sahip olan ben ve benim gibi insanların da aslında biyolojik hayatı hemen hemen yarıladığının göstergesi. Dahası, grubun hâlâ günümüzde yeni yeni ortaya çıkan birçok genç ve başarılı müzisyene ve/veya topluluğa ilham veriyor olması, popüler müziğin yakın tarihinden gelen ve aktif oldukları sadece 3-4 senede müzik anlayışını kökten değiştiren bir grup için, en azından grubun hâlâ hayatta olan elemanları basçı Krist Novoselic ve Foo Fighters ile müzik kariyerine son derece başarılı bir şekilde devam etmekte olan davulcu Dave Grohl için önemli bir nişane olsa gerek.
İpucu: Steve Albini’nin yeni miksinde, (orjinal In Utero’da istisnai olarak, daha önce Nevermind’ı miksleyen kişi olan Scott Litt bu iki şarkıyı mikslemişti), ‘Heart Shaped Box’ ve ‘All Apologies’ şarkılarının tabiri uygunsa yeniden doğduğu kulağımıza kadar geldi.