Anılardan Kalmalık
okuma süresi 3 dakika
* ile ilk deneyimimi düşündükçe, aklıma küçük işaret parmağım ve balkon masasının üzerinde duran, devasa -ya da o zamanlar bana devasa gelen- bardaklardan köpüğü taşmak üzere olan biralar geliyor.
Evettt, biraların köpüklerini parmaklıyordum! Sonra ağzıma götürüp, yalayıveriyordum… Daha sonrasını tahmin etmek zor olmamalı, annemin çığlıkları, koşuşturmaları ve bira bardağını önümden kaçırışı…
&
Bira, kaçıp kovalamalı bir şeydi benim için.
Şarap öyle olmadı.
Sahildeki balıkçılardan birinde oturuyorduk. Nerenin sahili, diye sormayın. Hatırlayamıyorum.** İlk gençlik yıllarımdı, diyebilirim.
Karşımdaki ses,
“Arkadaşlarınla içeceksin. İlk benimle iç bari de başkalarının önünde sarhoş olup filan kendini rezil etme,” diyordu.
Ben gülüyordum, “Yok, baba ya, neden rezil edeyim!”
Şarap, duran bir şeydi, benim için, bardaktaki gibi duran.
İyi tanıdığım, elime en çok yakışan, ama asla ilgimi çekmeyen.
&
‘Adalara vapur’, ‘adalara motor’ bağrışlarının arasında denize açılmıştık, biraz dalgalar, biraz daha dalgalar… Sonunda, Büyükada.
Martıların Büyükada’sı.
Martılar en ispiyoncu kuşlardır. Sizin nerede olduğunuzu hemen ele verirler. Adalarda öyle bir bağırırlar ki, telefonun diğer ucundaki, “burADAyım.” dediğiniz anda, denizin ortasında olduğunuzu çakıverir.
Karşımdaki ses,
“Bir dakika.” demişti ve karşımdaki ses, bu kez, babam olmayan, dahası aramızdaki hukuk gereği -medeni kanun olmadığı açık- duymamam gereken konuşmalarda masadan uzaklaşması gereken bir sesti.
O telefonla konuşurken, içimden başka bir ses martılara, “Daha çok bağırın, daha çok!” diyordu, işte tam o anda, dışarıdan bir ses gelmişti:
“Pardon, ne içersiniz? Rakı, şarap, bira?”
Cevabı verirken bir an bile düşünmedim:
“Rakı.”
Garson alışık olduğu için hiç şaşırmadı, ama ben bu seçimime çok şaşırmıştım! Çünkü hiç alışık değildim rakı istemeye. Telefon konuşmasının uzayan her dakikasında efkârım artıyordu. Bir yudum alacaktım, ilk kez ve bu iş bitecekti! Bitmeliydi, böyle devam etmezdi. Yok, edemezdi!
Rakılar gelmişti. O gelmişti. Kadehleri kaldırmadık, sağlığa demedik. Kadehe elimi uzattım, elimde çok tuhaf duruyor mu diye düşündüm ve dudaklarıma götürdüm. İlk yudumu alacaktım ki limon satan suratım o anda daha ekşi ne satabildi bilmiyorum. Karşımdaki ses, karşımdaki el oldu, kadehime uzandı:
“Biz bira içelim, hadi, Ayşegül!”
Ben, “Ama…” derken, o garsonu çağırmış, bira siparişi veriyordu bile. Bense annemin her zamanki deyişiyle, ağzımın içinde konuşuyordum yine:
“Sen içseydin bari, balıkla da iyi giderdi…”
İşte yine bira, yine kaçıp kovalamacalı bir şey başlıyor (ya da devam ediyor)…
Oysa, rakı temiz içkidir, temiz!***
*Etanol, işte!
**Hatırlayamadığım, yalandır.
***Hatırladıklarım da!