Berrak Göçer: “Türkiye pazarının görünürlüğünü artırması açısından faydalı oldu.”
okuma süresi 4 dakikaEvvela şunu sormak istiyorum. Londra, telif fuarı mı perakende fuarı mı? Bizim TÜYAP üzerinden anlatırsanız daha açıklayıcı olur sanıyorum.
Londra bir telif fuarı. Kitaplarla alakalı meslek alanlarında çalışan kişiler –yayıncılar, ajanslar, kitapçılar, vb.– dünyanın çeşitli köşelerinden gelerek burada buluşuyor, kitapların telif haklarının alım satımıyla ilgili görüşüyor. Dünyanın önde gelen yayınevleri ve ajansları, bu görüşmeleri yapabilmek ve kitaplarını pazarlayabilmek için stant açıyorlar. Bunun yanı sıra envai çeşit söyleşi ve konuşma yer alıyor fuarda – çoğu da yine yayıncılığı bir piyasa olarak ele alan konuşmalar. Yüksek sayılabilecek bir ücret karşılığında içeriye kitapla alakalı bir mesleği olmayan kişiler de girebilir; fakat hiçbir şekilde TÜYAP’ta olduğu gibi kitap satışı yapılmadığından, yalnızca bu meslek alanında çalışan kişiler toplantıdan toplantıya koşuşturmakta olduğundan, ancak özel bir konuşmayı dinlemeye geldilerse bir manası olur bunun.
Bu sene “odak ülke” Türkiye’ydi ve yayıncılar/yazarlar neredeyse çıkarma yaptı Londra’ya. Hakikaten faydalı geçti mi? Yoksa biz bize mi eğlendik gene?
Bu sorunun yanıtı biraz da beklentinin ne olduğuyla ilgili. Üç günlük fuarda Türkiye odak ülke olduğu için bir anda oraya götürülen tüm yazarların kitaplarının İngilizce telif hakları satılmadı elbette. Ama kanımca amaç bu değildi zaten. “Odak ülke” fikri, seçilen ülkenin “kitap pazarı”nı tanıtabilmekle alakalı. Yani işlerin bağlandığı bir sondan ziyade, uzun süreli ilişkileri teşvik eden bir başlangıç. Odak ülke standında yapılan konuşmalarda yalnızca Türklerin olduğu şikâyeti geliyordu, ama gözden daha ırak olan odalardaki sohbetlerde dinleyiciler bir o kadar da yabancılardan oluşuyordu. Odak ülkenin birkaç yıl önceden açıklanmasından itibaren Türkiye pazarının görünürlüğünü artırması açısından faydalı olduğu kanısındayım.
Önemli haberlerden biri Hasan Ali Toptaş’la ilgili gelendi. Orada nasıl karşılandı bu durum?
Heyecanla. Toptaş’ın Heba ve Gölgesizler adlı kitaplarının yalnızca İngilizceye çevrilecek olması değil, Bloomsbury gibi önemli bir yayınevinden çıkacak olması insanları gerçekten sevindirdi. Çeviriyi John Angliss’le beraber Maureen Freely’nin yapacak olması ise artık güzelliğin güzelliği. Biz de Koltukname olarak Bloomsbury’yle kısaca sohbet etme fırsatı yakaladık – Türkçe edebiyata duydukları ilginin Toptaş’la sınırlı olmadığını mutlulukla söyleyebiliriz.
İki eğilim var: İlki, bildiğimiz şikâyet: Türkiye okumuyor. İkincisi, biraz istatistikle konuşanlar: Aslında hiç fena durumda değiliz. Sizce nedir durum?
Gerçekler, bu tür durumlarda çoğunlukla olduğu gibi, ortalarda bir yerlerde bence. Bir yandan kitaplara ve edebiyata duyulan ilgi artmış olmasaydı yayımlanan roman, öykü kitabı sayısı, yayımlanan yeni yazarların sayısı, hatta açılan yeni yayınevi sayısı böyle yükselir miydi? Öte yandan, alınan bandrol rakamına bakılıp konuşulduğunda, hem ders kitapları, test kitapları, vs. araya karıştığından hem de o basılan kitapları kaç kişinin aldığı göz ardı edildiğinden kişi başına düşen kitap sayısıyla ilgili gerçekçi bir rakama ulaşamadığımız görüşündeyim. 75 milyon nüfusa rağmen kitapların hâlâ yaygın bir şekilde 500 adet, 1000 adet basıldığı bir ülkede istatistikler de durumu kurtaramıyor.
Yurtdışından iltifat almak çok önemli mi? Yoksa iltifatın mahiyetine mi odaklanmalıyız? Ve tutarlı bir organizasyon muydu sizce Londra?
Son sorudan başlayayım: Odak ülke organizasyonu olarak, ufak tefek pürüzler dışında şahsen başarılı buldum. Yapılan etkinliklerin merak uyandırıcı ve başarılı olması bir yana, basılan katalogların kalitesi ve dağıtılan eşantiyonların –ve kahvenin!– sevimliliği de kaliteyi artırıyordu.
Başa dönecek olursak, bu soruya biraz naif ve idealist bir tavırla yaklaştığımı söyleyebilirim. İnsan sevdiği bir şeyi başkalarının da sevmesini, takdir etmesini istemez mi? Başka ülkelerin Türkçe edebiyata ilgi göstermesi, kesinlikle kendimize bir şey kanıtlamak, kendi görüşlerimizi onların beğenilerine göre şekillendirmekadına değil, bizim hayatlarımıza yön veren eserlerin dünyanın başka köşelerindeki başka insanları da etkileyebilmesi adına önemli. Bunun yolu da yayıncılığın “pazar” oyununa katılmaktan, yabancı yayıncıları bu eserleri çevirip yayımlaması için ikna etmekten geçiyor.
Koltukname’de gün gün yer alan izlenimler için de şöyle alalım: http://koltukname.com/tag/2013-londra-kitap-fuari/