Bir mektup gibi mahcup, mahcup…
okuma süresi 5 dakikaSize yazmayacağımı sanıyordum, ama dün Şair, bir mektuptan bahsetti, size yazdığım kelimeleri okumuş, ve bir şeyi örnek verirken, tesadüf gibi, mektubumda geçen birkaç kelimeyi sıraladı. Bir şair dediysem, dergilere şiirler gönderiyor ve çıkıyor dergilerde o şiirler, ama bence şairliği her yerden sızıyor fütursuz bir zarafet, neyse bunu demeyecektim, işte elimizde çaylar biraz hayattan biraz aşktan biraz kelimelerden konuşuyorken, konuşmanın haddini bilmez bir umuda döndüğü an, telaşla, size yazdığım cümleleri yalan yanlış sıraladı. Ben, bir iki saniye nefes alamadım, sonra evet güzel cümleler dedim, ve düşündüm, eğer şair size gönderilmiş bir mektubu okurken hatırında birkaç kelime sakladıysa, o birkaç kelimenin de size ulaşabileceğini umut edebilir miyim dersiniz? Ulaşmak derken kalbinizden bahsediyorum yine evet, fazlasıyla destursuz olacağımı mektubuma başlarken demek isterim, halini hatrını sormak için ara ara çırpınacağımı bir de, diyorum ki bayım bir mektup gibi mahcup, bir şair bir umudu bağışlar mı bana, metafizik bir anlamdan bahsediyorum evet, sanki kumar gibi, kaderle ilgili hele, hiç değil. Kadere inanmam sana demiş miydim ve size bir önceki mektupta bir kelime yazmanız için sıraladığım boşluğa baktınız mı o boşluk kumar gibi bir şeydi?
Aslında yazmadan durayım istiyordum, bir hikâye yazmaya çalışıyorum ve o hikâye bir yere bağlanmıyor, yazmak zor iş, ölümü yazmak ise hayli girift ve bir hikâye nereye gider, bıraksak öylece… Başıma düşen bir gök düşlüyorum böyle anlarda, çünkü benle gelebileceğini biliyorum düşen göktaşlarını doldurup koşarken. Ama ölüm dedim az evvel, bir sızı gibi büyüyor beyaz sayfanın ortasında, sakallarınızdaki beyazlığa dokunamamışken henüz, sızı gibi bekleyişin kenarındayım, ellerim, itme…
İtme çünkü hayat hayli kısa, yok kırlarda koşmak gibi bir şeyden bahsetmiyorum. Dünyanın görkemli berbâd tiksinç bitişinden de değil hayli kısa derken, niye açıklıyorum ki dediğimi demeden anladın, anladığını az sonra, bilmeden düşünüp diyeceğim. Borges diyor ya “ırmağın bana zamanı düşündürmesi kaçınılmaz bir şeydi ” bunu demek istedim. İlkin zamandan bahsediyor sandım Borges, bu cümlede, sonra sessizlikten bahsediyor galiba dedim. En son dedim ki kader değil bir cümle bu. Sen ne düşünüyorsun?
Eylül olanca sessizliğiyle geliyor gidiyor, sessizliğin de zamanı düşündürmesi gibi bayım sizi hiç tanıyamayacak mıyım, ve bu satırları yazdıktan bir gün sonra bir dizide duyduğum “akıntı” ve “unutuş” ile ilgili cümleleri kesik kesik içimde tuttum.
Bayım, senarist Borges okumuş olabilir mi, eğer okumamışsa da boş verin bunları düşündürmesi bile korkutucu. O diyalogların müellifi akıntıyı unutuş gibi duyumsadı, ve sessizliği düşündürmesi ise benim ve senin için kaderden öte bir şey, ardı ardına gelen bu tesadüfler ise maraz… Fazlasıyla şiirsel bir de, şiirsel olan kader olmasın sakın. Hayır.
Olamaz çünkü sabah nasıl uyanırsınız bilmek istiyorum mesela, ve çokça kelimelerinizi duymak, duymak işte ister yazdığınız olsun isterseniz konuştuğunuz ama sizin olan sözler, duyabileceğim yakınlıkta iken bazı herkesten önce, aptalca anları bir de, uyurken uyuduğunuzu görmek nasıl kahkaha attığınızı… Buraya bir gizli iddia da bırakmış oldum, fark ettin biliyorum, seninle gülebiliriz kahkahalarca belki, bence öyle sanki, sence? Şişştt bir çocuğa gülümser gibi gülümseme şu an!
Sen hiç merak etmiyor musun, mesela nasıl uyanırım sabah? Bir anda uyanırım ben, ama söylediklerim pek anlamlı olmaz yani sesim sessiz çıkıyor, ayılmak biraz geç. Rakıyı nasıl içerim mesela? Yok, az su kullanırım. Basit bir şey yok mu merak ettiğiniz, uyku mesela ben uykumun geldiğini pek anlamam orada burada sızarım evde, şimdilerde uyumam gerektiğini öğrendim arada yokluyorum bu gelen uyku mu diye… Bayım bunları falan merak etmiyor musunuz, en aptalca şeyleri anlatsam size hepsini otursam yazsam…
Bir başkası nasıl uyuyor görmek istemiyorum çünkü, bu sıradan paylaşım bir başkasının hayalini büyütürse, hayaliniz diyorum bayım, ya giderse içimden, ya büyümezse hayalim içinizde… Bu bir soru cümlesi.
Asıl demek istediğimi unuttum her mektubun örtük sorusu; bir mektup gibi mahcup sormak isterim, hâlâ yorgun musun, ve nasılsın, bir dünya hengâme içinde? Bazı zamanlar olduğun sokak ya da gittiğin park neyse oradan geçiyorum, o caddedeki bir evde misin bilmiyorum, o uzun yoldan geçiyor musun bilmiyorum ama orada olabileceğin ihtimali ile bakıyorum evlere, kaçamak bir bakış, böyle saçma bir şeyi yaptığımı haber vermeyeyim diyorum kendime çünkü, bir evde senin yürüyüşünü düşünüyorum ya da bir kelime arasında başını kaldırıp içine tütün çekişini, bunu da demiyorum kendime çünkü yalnız mısın o evde bilmiyorum, bilemeyişi ardıma bir deli gibi alıp düşünmüyorum o ânı, bayım bu son cümleye bir kaçış sakladım, ama siz gözlerinizi kaçırmayın.
Böyle uzun boylu yazdığıma bakma, bir ırmağa bakmak gibi yaşamak istiyorum, seninse gözlerinde benim gözlerimdeki kaçışı bilen bir ırmak var ve benim kelimelerim, kelimelerinin yanında hayli çirkin, okursan anlamsız bir virgül, gelmeyi unutmuş bir nokta görürsen diye ellerimi de koyayım mektuba, mektubumu bağışlatan bir hâl gibi gelsin sana, ellerim güzel belki…
Bayım bir fare, fare olmaklığını düşünmeden gözlerime bakıp sahilin kenarından leşine inip gidecek, kimse “ben” ne demek bilemeyecek ve insanoğlu bu ikisi arasında geceleri inleyerek uyuyacak, gittiğiniz ırmağın kenarına geleceğim o yüzden bir kelime yazın bir önceki mektuptaki kelimenin aynısı, bir kader gibi olsun tütün saran elleriniz gibi zarif, rakı şişesine sarsın kelimeniz ve olmadığına bahse girelim, ne kaybederiz?
…… ………….
Bayım, yazın…