Bir Şişenin Tarihi -II-
okuma süresi 5 dakikaBundan önceki sohbetimize, “Son yıllarda bu sabit kapaklı ilk bira şişelerini ve zıpzıplı gazoz şişelerini Beyazıt Meydanı’nda antika diye satıyorlardı. Hâlâ var mı acaba?” diyerek ara vermiştik. Sohbetimize kaldığım yerden devam ediyorum:
O tarihlerde tüm dünyada İstanbul Panama City ile rekabet halindeydi. Neden mi? Bira bahçeleri bakımından… Dünyada bira bahçeleriyle ünlü iki şehir vardı. İstanbul ve Panama City… Osmanbey semtindeki Osmanbey Bira Bahçesi… Hani ünlü tangoda “Dün gece Osmanbey’de yakaladım seni…” dedikleri bira bahçesi. Ya da daha ilerideki Bomonti Bira Bahçeleri? Panama’daki “Servaze Bahçeleri” hiç kalırdı bunların yanında. Çok kez aileler evde pişirdikleri patlıcan dolmaları, zeytinyağlı biber dolmaları, midye dolmaları, uskumru dolmaları, dil haşlamaları ve kuzu budu söğüşleriyle gelirlerdi buraya.
Demirden fıçı sehpaları kurulur, üstüne günlük taze bira fıçıları yerleştirilirdi. Şerefe! Bira bahçeleri öteki kalabalık ülkelerde bile en büyük turistik atraksiyon. Ya bizde? Böyle turizm olur mu? Dünyada bira bahçeleri başlatanlar arasındayız biz. Nerede Bomonti? Nerede Kahot? Nerede Nektar? Nerede müzikli Novotni? Tarih aldı götürdü. Bizde yalnız bira bahçeleri değil, Güney Amerika’nın ünlü bira pavyonları bile vardı.
Dönelim yine Ahmet Refik Beyin koleksiyonuna. Efendim, bir çilek likörü vardı. Şişesi bile ömre bedel… Aynen çilek! Pörtük pörtük… Sanki sıkınca içinden çilek likörü akacak. Al, içtikten sonra sürahisini ömür boyu kullan. Sonra ünlü muz likörü… Aynen Çeşm-i Bülbül. Alt tarafı tostoparlak şişenin boyun kısmı upuzun… Boğum boğum, büklüm büklüm nane likörleri… Sanki billur hamurundan dökülmüş gibi altın likörü şişesi… Işıkta salladığınız zaman içindeki plaka altın varakları, ışıl ışıl yanardı.
O zamanlar Türk likörünü Avrupa ve Amerika’da satmak için ambalaja, şişeye çok önem verilirdi. Hatta bazen pahalı ve kıymetli Türk likörleri için Kütahya çinilerine bile şişe siparişi düşünülmüştü. Ayrıca deniz dibinden çıkan tarihi toprak şarap testileri şeklinde Türk likörleri yaptırılmak istenmişti. Bu çok yerinde düşünceler hemen kendini göstermişti. Türk likörleri iyi pazar bulmuştu. Ki bugün pek çok Avrupa ülkesi bu şişe politikasını uyguluyor. Mesela Hollanda, Türk atasözleri esprisinde içki şişeleri yapıyor, “Sarhoş Şişe” gibi.
Öte yandan Refik Hoca, mücevher mahfazalarını karıştırır gibi şişeleri karıştırıyordu. Üzerinde Arap harfleri ile etiketler taşıyan şişeler. Üzüm Kızı, Stafilina, Şırrak… Ve ötekiler. Üzerinde Fransızca, Rumca yazan rakı şişeleri! Ünlü tarihçi bazen bunların birini alıp bize gösteriyordu. “İşte Kalkan Balığı” denilen yamyassı rakı şişesi… İçki yasağı zamanından kalma. Pantolonun arka cebine rahatça girmesi için böyle yamyassı yapılmış. Yasak Şişe! Kimseye çaktırmadan içmek için.
Kalkan Balığı, yani yasak şişe bir zamanlar moda haline gelmişti. İçki yasağı kalktıktan sonra bile… O günlerde Amerika’da kadınlar için gümüş “Viski Mataraları” yapılıyordu, hatta altın. Bu gümüş viski mataralarından biri aziz ve kıymetli dostum Büyük Heccav (Hiciv yazarı) Hüseyin Rıfat’ın iç cebindedir. Gümüş rakı matarası yani…
Evet, ben de meserrette görmüştüm. (Meserret o dönemin en lüks ve konforlu oteliydi ve Çağaloğlu Yokuşu’nun başında, tam köşedeydi.) Hoca’nın söylediği gibi Hüseyin Rıfat sahiden korkunç taşlamacı bir şairdi. En nefis rakı firmasının da sahibiydi.
Yazılarını yazarken iç cebinden incecik bir lastik boru çıkarır, ucunu ağzına sokup meme emer gibi emerdi rakısını. Gır gır gır… Ve nefis bir anason kokusu… Rıfat’ın tabiri ile “Rakı Nargilesi”! Çünkü şairin cebinde ‘sayvat gümüş’ (gümüş kaplama) bir rakı matarası vardı. Bir ucunda işte bu lastik boru… Emziğinden çekince rakıcığını içerdi. Yan cebinden de iki leblebi atardı ağzına. Ünlü Çorum leblebisi… Tamam. Gel keyfim gel.
Tarihçi Ahmet Refik tozlu şişeleri değil de sanki “Akşamcılık Tarihi”ni yahut dünden bugüne şişe tarihini karıştırıyordu. İşte bir alay Fahrettin Kerim… Sarhoşların bel kemiğinden su alan ve işi azıtanları götürüp şehir dışına atan dünyanın en sevimli valisinin, en ünlü içki düşmanının adını taşıyan en popüler rakı şişeleri. İlk Fahrettin Kerimler… O günlerde, Hâkim sarhoşa, “Çok mu içtin” diye sorar. Sarhoş da cevaplardı: “Ayıp ettin ve Reis Bey! Ağzınıza layık topu topu üç F.K.G. yuvarlamıştım. FKG, Doğan Nadi’nin buluşu idi. Bu harflerle Fahrettin Kerim’in vaftiz babası olduğunu söylerdi.
Refik Hoca tozlu bir şişe daha kaldırdı. “İşte meşhur incir rakısı, İstanbul’u kasıp kavuran İncir Rakısı… Size acayip bir hikâye anlatayım: Şair Halit Fahri Ozansoy ile ünlü yazar Hakkı Süha (Seyyah) aynı vilayette, ayrı liseye tayin ediliyor. Aynı pansiyonda, aynı odayı bölüşmek mecburiyetinde kalıyorlar. Bir akşam efkar dağıtmak için bir şişe rakı alıp içiyorlar ki, ertesi günü ancak kapılarını kırarak içeriye girmek zaruriyeti hâsıl oluyor. İncir Rakısı… Hem de gizli çekim.
İlk gazeteciliğe başladığım zamanlar en büyük polis aktüalitesi: Gizli kaçak rakı çekim yerleri! İstanbul’un hiç umulmadık kafesleri asmalı evlerinde rakı imbikleri bulunuyor, açık rakı ise şehirde serbest satılıyordu. Babıâli Caddesi’nde, Acı Musluk Sokağı’nın köşesinde bile Ismarladığınız zaman ayak tezgâhında alüminyum ölçeklerle kadehlerinize rakı boşaltılır, bir de hıyar turşusu kesilirdi. Hemen bütün bakkallarda da… Geç tezgâhın arkasına, ısmarla… Boş şişe götür, rakıyı okkayla al…
Beyoğlu Balık Pazarı’nda açık şarap satan meyhaneler ötekilerini gölgede bırakıyordu. Hele Galata’daki duvarları fıçı dolu meyhaneler. Merdivenle çıkılan fıçılar. Samatya meyhaneleri, Kumkapı, Yenikapı, Ahırkapı salaşları. Ama size bir şey söyleyeyim mi? Daha eskiler kafa çekmenin bir üslubunu bulmuşlardı. Şıracılık. Çok yakın zamana kadar İstanbul’da iki bardağı insanı körkütük sarhoş eden şıralar satılırdı. Bazıları afyonlu, yani ne şıra, ne şarap… Katırın cinsiyeti gibi… Şarap Katırı…
Saygılarımla…
Derlemenin kaynakçası: Yıllar Boyu Tarih Mecmuası, Sayı 3, Mart 1983