Ceplerimizde, “Bekle Bizi İstanbul”…
okuma süresi 2 dakikaİstanbul, onun dışında doğup büyümüşler için bin bir anlama gelse de okuma yazması olanlar için, en çok da pos bıyıklı bir abisi ya da kıvırcık dağınık saçları olan bir ablası varsa, onlar için, Bir Gün Tek Başına‘dır biraz.
Aradaki kilometreler önemsizdir.
Bir uzansa Günsel’in cebinden “Bekle Bizi İstanbul” şiiri çıkacaktır.
Kenan’ın beklediği pastaneler, bardak hesabı tutulmayan o meyhaneler, yürüyüşler çıkacaktır.
Gitmek eylemine inananlar ayağı bastığı gibi tanırlar bu yüzden Haydarpaşa’yı, Cağaloğlu’nu.
Calvino uzak düşer belki, belki kentler hep görülmezdir ama İstanbul uzaktan daha çok anlaşılır gelmiştir tek caddeli şehirlerin beklemekten vazgeçmemişlerine.
Tepelerde kalınmıştır, rakı içilmiştir, Müslüm Gürses ve Azer Bülbül dinlenmiştir; tüm bunlara bir şey daha eklenmelidir.
Gidilemeyen ama illa ki bilinen bir yerdir İstanbul, düştür, Bir Gün Tek Başına okunmuşsa gerçektir, tekrara düşülmez, söylenmelidir.
Yine çok gitmek istediğimiz gecelerin birinde, henüz on yedisinde beyaz leblebiyle rakıya yeni dadanmış iki delikanlı olarak otururken küçük şehrin içilen bir tepesinde, ki gördüğüm her küçük şehrin bir de içilen büyük bir tepesi vardır, anlattı arkadaşım İstanbul’u.
Tarlabaşı’ndan tutup Çengelköy’e, Çiçek Pasajı’na, Nilgün Marmara’nın aslında denizle bir olması gerektiğinden, Cihangir’in bir sultan ismi olarak güzelliğine kadar bulvar isimleri, mahalle isimleri geçti anlattıklarında.
‘Tekrar gidebilseydik…’ diyesi varmış.
O’na İstanbul’a hiç gitmemiş olduğunu söyleyemedim.
Düşüne de, rakısına da, tepede oturduğu emektar taşına da hürmeten, ‘Madem biz İstanbul’u bu kadar çok seviyoruz, sevgilimiz Günsel kadar güzel olsun…’ diyebildim sadece.
Hakkıdır çünkü, Bir Gün Tek Başına okumuş adamın Günsel ve İstanbul.