Feryal Öney: “Neşet Abi’nin sesine yaslanarak, hafif de dilim dolaşarak, tek seferde okudum, bitti”
okuma süresi 3 dakikaBu hayattaki şanslı azınlıktansınız. Neşet Ertaş türküsü söylediniz, yetmedi düet yaptınız, o da yetmedi aynı sahneye çıktınız. Bu nasıl anlatılabilir bilmiyorum ama bir anlatmayı deneseniz?
Neşet Ertaş’la ilk görüşmemizi hatırlıyorum. “Yanıyorum”u söylemek için bizim stüdyoya gelişini… Yaşadığım(ız) şeyi o gün, o an gerçekten idrak edebildiğimi sanmıyorum. Öyle olsaydı, konuşamazdım karşısına geçip, lal olurdu dilim, elim ayağım dolaşırdı birbirine. Ne zaman ki, Neşet Abi Yanıyorum’u okuyup ayrıldı stüdyodan (bence beni rahat bırakmak için erken gitti), sıra bana geldi; işte o an anladım nasıl bir işe kalkıştığımı! Onun türküsünü, hem de onunla birlikte söylemeye cesaret etmek. Söyleyemedim elbette, kaldım öyle. Baktım, çare kalmadı; hayatımda ilk defa bir kayıttan önce iki satır içki içtim. Biraz başım dönmeye başladı, çakırkeyif oldum, korkum geçti nihayet. Ve Neşet Abi’nin sesine yaslanarak, hafif de dilim dolaşarak, tek seferde okudum, bitti. Neticede, hayatımda okuduğum en efkârlı oyunhavası çıktı ortaya.
Neşet Ertaş’ın ve abdallık geleneğinin harman olduğu topraklara âşinasınız. Herkes sesinizi o yöreye çok yakıştırıyor. Siz nasıl buluyorsunuz o geleneği?
Abdallar, gerçekten kalender insanlar. Kimsenin malında mülkünde, parasında gözleri olmayan, en iyi yapabildikleri iş olan müzisyenliği karın tokluğuna yapan insanlar. Yaptıkları da ağır işçilik aslında: Üç gün üç gece süren bir düğünde, neredeyse hiç ara vermeden üç gün üç gece çalıp söylediğinizi düşünsenize… Tabii ki sadece bozlaklar değil, söylediğiniz oyunhavaları da efkârlı olur. Dinlediğim Neşet Ertaş oyunhavalarında ayrılık, aşk acısı kalır en çok aklımda. Belki de, Neşet Ertaş’ın, beni çok etkileyen hikâyesi geldiği için hep aklıma: Abdaldır, çalgıcıdır, diye sevdiği kızı vermezler Neşet’e. Sesini çıkaramaz, kalır acısıyla. Belki unutacaktır, belki kabullenecektir her şeyi, fakat sevdiğinin düğününe “çalgıcı” olarak çağrılması, işte bu, çok koyar Neşet’e…
Geçen sene bugün Kırşehir yolundaydınız. Gidişle dönüş arasında nasıl farklar vardı?
Hayatımda ilk kez gittim Kırşehir’e, o da Neşet Abi’nin cenazesine katılmak için ne yazık ki. Sonbahardan mıydı, yoksa artık Neşet’ine kavuştuğu için mi öyleydi, bilemiyorum, bozkır çok güzeldi. Akşam mezarlıkta serin esen bozkır rüzgârı, yukarıda ay, aşağıda cırcır böceklerinin sesi, o kadar iyi geldi ki ruhuma. Mutludur, diye düşündüm Neşet Abi… Hem babasına hem de toprağına kavuştuğu için. Öyle düşünmek istedim belki de ama dönüş yolunda daha iyi hissediyordum kendimi. Belki de vedalaşabildiğim için…