Geçince değil, içince bir şey kalmaz
okuma süresi 3 dakikaİşe geç kalmıştı. Ya da en azından meydana inip de vapura daha 10 dakika olduğunu görene kadar öyle sanıyordu. Dün gece “Cila olur ya” deyip geldikleri mekanın önünden koşar adım geçerken karşıdan gelen üç kadının konuşmasına kulak misafiri oldu. Semizotundan bahsediyorlardı, bazısı hiç güzel çıkmıyormuş.
Semizotu. Aniden zihninde bir kayış koptu. Hatırladı, demek ki çok içmişti.
Bir gün önce evde semizotu ayıklarken bir anda içinden taşanı farketmişti. Ellerini bile kurulamadan telefonu aldı, meyhaneden İsmail’i aradı, açan olmadı. Çıktı, bir yandan yürüyor bir yandan meyhanenin telefonunu bulmaya çalışıyordu, derken numarayı buldu. Bir çaldı, iki çaldı: “Alo İsmail, olm neden duymuyorsun telefonunu? İki kişilik masan var mı? Yok desen de bir şey değişmez, ben çıktım geliyorum, 10 dakikaya ordayım.”
Deniz manzaralı masaya geçince İsmail ilk iş yoğurtlu semiz getirdi “Al. Sinirini bundan çıkar” dedi. Güldüler. Rakıya uzandı, kadehine rakı doldurmak için gayri ihtiyari ayağa kalktı, o sırada telefonuna bir mesaj geldi: “Sık canını, hiçbir şey düzelmeyecek.” Gülümsedi, Cem’di bu. Birazdan gelip karşısına oturacağını böyle müjdeleyen en yakın arkadaşı.
Yan masa patronunun ne kadar kaknem bir insan olduğunu anlatmaya daha yeni başlamıştı ki Cem geldi. “Kızım…” dedi. Bakıştılar, tam ciddi bir giriş yapacakken İsmail geldi. Gözüne doğru yürüyen yaş genzine inemeden buharlaştı. Rakı masasında ağlanmayacağını bilirdi ama en azından bu gecelik temsili olarak bir öngösterim ihtimali yabana atılacak gibi değildi.
“Abi…” dedi. “Neden böyle oldu” dedi. Cem hikayenin sadece vakıf olmasını gerektirecek kısmını bilmesinin getirdiği bir centilmenlikle başına Ayhan Işık’ı kıskandıracak bir eğim verdi ve dışarı baktı.
“Şimdi burada olsa ona derdim. Ona bunu derdim Cem.” Ne diyecekti allasen? Onun birasından içtiği günler önsevişmeydi de şimdi aynı rakı kadehini paylaşır olmuşken neden mi çekip gitmişti? Bir rakı masasındayken, oturacağı diğer rakı masasının hayalini kurduran adam neden mi çekip gitmişti?
Güldüğü için gitmişti, ağladığı için gitmişti, o gün işten erken çıktığı için gitmişti, yemeğin tuzu, çayın şekeri, kahvenin sütü eksik olduğu için gitmişti. Kek çok güzel kabardığı için gitmişti. Bazı şeylerin ölüme eşdeğer olduğunu düşünenlere inat bazen bazı şeyler hayatta olmakla eşdeğer olduğu için gitmişti.
Kesif diyemeyeceği mutsuzluklara sahip insanlar, daha doğrusu adamlar biriktiriyordu etrafında. Yazın gelip sonbaharda gidenler, elinin ayasına dünyanın en güzel eğimini verip sırtında hüküm sürenler, söyleyemedikleri söylediklerinden fazla olanlar, yerin onları çektiği kadar ağır olanlar ve kerameti kendinden menkul olanlar. Arkasından bakakaldığı, bazen de gittiğini bile görmediği adamlar…
Cem hala uzaklara bakma çabası ile karşı binadaki tabelaları okuyordu. Söylenecek bir şey yoktu, içilecek rakı vardı.
Bütün bunları eksiksiz bir şekilde hatırladığında işten çoktan çıkmış, vapurdan iniyordu. Yokuşu bitirip apartmana girdi, yöneticiye son doğalgaz parasını verip anahtarı bir tur döndürdü kilitte. Eve girdi, ayakkabılarını çıkardığı gibi mutfağa daldı, dolabı açtı. Semizler hala tazeydi…