Günün Bilgisi – Sait Faik Abasıyanık
okuma süresi 4 dakikaTürk edebiyatının en önemli isimlerinden biri olarak öykülerinde adaları, balıkçıları, balıkları anlatmış; rakıyı, şarabı onların yanına katıp günlük yaşamın sıkıntılarından biraz olsun kurtulmaya çalışmış yazar, şair.
İçkiler içinde en çok rakıyı sevdiğini onu tanıyan herkes söylemektedir. Sait Faik, Orhan Veli’yle yaptığı meşhur “Rakı Şişesinde Balık Olmak İsteyen Şair” röportajında Orhan Veli’ye “Rakıyı sever misiniz?” diye sormuş ve aldığı “Bayılırım” yanıtını “Bendeniz de” diyerek onaylamıştır.
Burgazada’da Pandelli’de rakısına lobya, Cumhuriyet Meyhanesi’nde biraz gevezelik katık eden Sait Faik pek hoşsohbet biri olmadığı ve oturmayı pek sevmediği için meyhanelerde uzun süre kalmazmış. Herkesle ayaküstü konuşma olanağı bulduğu için Lambo’yu sever, Anadolu Pasajı’ndan bir tek atıp çıkmayı tercih edermiş. Sait Faik’in kendisini en rahat hissettiği yer Mustafa’nın Meyhanesi olmuştur. Sait Faik’i arayanlar, önce Mustafa’nın Meyhanesi’ne göz atmak gerektiğini bilir, bulamasalar bile söyleyeceklerini Mustafa’ya söyleyip giderlerdi.
Beyoğlu’ndaki tüm meyhanelere girip çıkan, oralarda vakit geçiren Sait Faik için her yer aynıdır demek mümkün; çünkü onun hoş vakit geçirmek için birkaç kadeh içki ve sohbet edecek bir iki arkadaştan başka bir şeye ihtiyacı yoktur. Salaş ve bakımsız Orman Birahanesi de Sait Faik’in sık gittiği meyhanelerden biridir. Öyle ki Abidin Dino, 1949’da Ankara’da açtığı bir sergi için Sait Faik’e davetiyeyi Orman Birahanesi’ne göndermiştir.
Sait Faik’in keyiften mi yoksa kederden mi içtiğini anlamak güç. En ufak şeye darılan, çocuk gibi kavga çıkaran, konuşmanın ortasında kalkıp giden ve arkadaşlarına kolayca küsen ruh haliyle hayatın yükünü zor taşıdığı açık. İçip çakırkeyif olduğunda da mutlu olanlardan değil. Zaman zaman hırçınlığı, zaman zaman üzüntüsü artan Sait Faik’in rakısına meze ettiği Karidesçinin Evi öyküsünde dediği gibi daha çok hüzün:
“Bir üzüntüdür beni kavrardı. Bu, içinde sefaletin, zenginliğin, kederin, saadetin, yalnızlığın, beraber olmanın, insan ömrüne takılı binlerce şeyin birbirine karıştığı yağmur damlası şuracıkta idi. İyice kapanmış perdeleri sıyırıp camı açarak, bu damlayı rakıma damlatmak arzusuna kapılırdım.”
Nerede içtiği kadar, içerken kiminle olduğunun da pek farkı yok Sait Faik için. Bir gün Beyoğlu’nda dönemin önde gelen yazarlarıyla buluşup içer, bir gün Ada vapurunda karşılaştığı balıkçılarla Çengelköy’e gidermiş. Deniz kıyısına kurulan çilingir sofrasında domates, hıyar ve manda kaymağından oluşan mezelerle rakı kadehlerini tokuşturan Sait Faik çoğu zaman buralarda kendini daha rahat hissedermiş.
Öykülerinin kahramanları da kendisi gibi rakıyı, şarabı, birayı sever; içenin halinden anlar. Sait Faik “Francala mı Ekmek mi?” adlı öyküsünde Recai Efendi’yi bazen en büyük ihtiyacın bir kadeh rakı olduğunu bilen birini anlatmak için yaratmıştır sanki. “Recai Efendi bazan insanın ekmek kadar ihtiyacı olan şeyleri bilen adamdı. Mesela bir hafta tatilinde bütün parasını kumara vermiş bir çımacıya bir 29’luk rakıyı bedava vermek gibi…”
1947’de sağlığı bozulmaya başlayan Sait Faik arkadaşı Doktor Fikret Ürgüp’e muayene olmuş, bu muayene sonucunda karaciğerinin büyüdüğü, hastalığının da siroz olduğu ortaya çıkmıştır. Nâzım Hikmet o tarihlerde karşılaştığı Sait Faik’e “Saman Sarısı” şiirinde birkaç dize ayırır:
“Kalamış’ta Balıkçının Meyhanesine girdim
ve Sait Faik’le tatlı tatlı konuşuyorduk
ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu
onun karaciğeri sancılar içindeydi
ve dünya güzeldi”
Sait Faik bu hastalıktan kurtulmak için elinden geleni yapmış, çok sevdiği içkiden defalarca uzak kalmaya çalışmış, arkadaşlarıyla buluştuğunda ayran ya da gazoz içmiş; içkili olacağını bildiği toplantılara katılmamıştır. 1951’de tedavi amacıyla gittiği Fransa dönüşünde, içkiden kısa bir süre uzak durmuşsa da bütünüyle kopamamış, özellikle yalnız kaldığında, verdiği tüm sözlere rağmen içmiş ve hastalığının ilerlemesine yol açmıştır.
Rakı Ansiklopedisi‘nden alınmıştır.