Herkes hoş bir cinayetten zevk alır
okuma süresi 3 dakika“Kurbanı olmadığı müddetçe, herkes hoş bir cinayetten zevk alır.”
Alfred Hitchcock bu cümleyi kurduğunda, şüphesiz ne dediğini çok iyi biliyordu. İnsan aklına ve toplum yapısına hakimiyeti olmasaydı da Hitchcock yine büyük bir yönetmen olurdu, büyük bir sanatçı olurdu. Ama çektiği filmler hala tartışılan, üzerine kitaplar makaleler yazılan bir yönetmen ol(a)mazdı.
Nice koç yiğitleri gerim gerim gerip manitalarına rezil rüsva eden Hitchcock’un sırrı; silahı ateşlememek ama sürekli silahı göstermek. Devamlı bir şey olacak endişesiyle film izlemekten keyif almak da başlıktaki gibi tuhaf insani zevklerden biri kanımca. Hazır Psycho’nun çekim aşamasının anlatıldığı Hitchcock vizyona girmişken, pek bilinmeyen ama şahsi favorim Rope’dan biraz bahsetmek istiyorum.
Rope, Hitchcock’un 12 Ocak 1948 tarihinde çektiği ilk renkli filmi. Günüyle söylemekte beis yok çünkü bir günde hiç kesilmeden çekilmiş. Jenerikte gösterilen sokak sahnesi hariç, tüm film tek mekanda geçiyor. Makarada film bittikçe koyu renklere odaklanılıyor o arada yeni film konuluyor, oyuncular bir yandan rol keserken diğer yandan yerdeki kablolara takılmamaya çalışıyor, set ekibi devamlılık problemi olmasın ama kamera hareket de edebilsin diye sürekli eşyaların yerini sessizce değiştiriyor, yani müthiş bir emek söz konusu. Ama filmin “Okuduğumuzu anladık mı?” kısmı, çekim aşaması kadar ilgi çekici.
Başta tarih vermemin diğer bir sebebi, 1948 yılının Soğuk Savaş dediğimiz dönemin taze taze yaşandığı bir zaman olması. Film olay olarak arkadaşları David’i halatla boğarak öldürüp bir sandığa koyan ve o sandığın üzerinde David’in ailesi ve sevgilisine yemek veren Brandon ile Phillip’in cinayeti saklama gayretlerini anlatıyor. (Spoiler vermedim, film bunun üzerine kurulu. Ne demiştik? Hitchcock gösterir ama elletmez) Brandon ve Phillip’in cinayet işleme motivasyonları, baya bıyıklı bir insan olduğu için dikkatli okunması gereken Nietzsche’nin ortaya attığı üstinsan kavramı. Üstinsanın ateşli savunucusu hocaları Rupert Cadell’den aldıkları akıllarla kendilerini üstinsan olduklarına inandırmış Brandon ve Phillip cinayeti kendilerince meşrulaştırmış oluyorlar. Filmin bir kısmında da “Aman efendim üstinsan ne kadar da süper bir şey. Biz üstünüz, şimdi onlar düşünsün!” gibi övgüler yer alıyor. Üstinsanı bu kadar öven ve etkilenen en ünlü kişilik Hitler’in hedef tahtasında olduğu, hele ki II. Dünya Savaşı’ndan sonra çekildiğini göz önüne aldığımızda, oldukça aşikar.
Soğuk Savaş demişken, birbirlerini tehdit olarak gören komünist ve kapitalist düzenden bahsetmemek olmaz. Özellikle kendini tehlike altında hissetmeye bayılan Amerikalılar’da “Komünistlerin açlıktan mermer yediği günler oluyormuş” minvalinde açıklamalarla paranoyaya dönüşen korku, Brandon ve Phillip’in yakın arkadaşları David’i öldürmeleriyle temsil ediliyor. Yani düşmanlar aramızda olabilir mesajı ilk aşamada hap gibi yutuluyor. Farklı olan ise bu düşmanlığın entelektüellik ve zenginlikle bağdaştırılıyor olması. Tehdit eden de tehdite maruz kalan da sınırlı bir çevrede hayatını sürdüren ve kendi dünyaları haricinde yaşayanlarla pek de ilgili olmayan kişiler. Bu mesajın, tehditin orta ve alt sınıf açısından aslında hiçbir önem taşımadığını anlattığı için oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
65 sene önce hem teknik hem konu olarak böyle cesur bir film çekebildiği için Hitchcock efsane olabildi. ADAMSIN ALFRED.