Hüzünlü bir şehirde…
okuma süresi 3 dakikaHüzünlü bir şehirde kelepir bir sahaftayım…
22 yaşındayım ve 15 yaşımdan beri hüzünlüyüm…
Melankoliğin doğası gereği şiir okumayı seviyorum…
Eski, yırtık ve zamanda kaybolmuş nesneleri anılarıyla beraber topluyorum…
Sahaftan bir kitap alıyorum ve üstüne bir hikâye yazıyorum…
Kesif kitap kokusunu içime çekiyorum ve çocukluğumu çağırıyorum…
Raftan bir kitap alıyorum ve inanmışlığımla rastgele bir sayfayı açıyorum… Birkaç kez aynı dizeleri mırıldanıyor ve kitabı kapatıyorum…
Hüzünlü bir şehirde, birkaç şiir kitabının içinde, sığınağımdayım…
33 yaşındayım ve 15 yaşımdan beri hüzünlüyüm…
Melankolikliğin doğası gereği tutkun olduğum bir şeyden vazgeçemiyorum…
Gecede dolunay, Beethoven, rüzgâr ve sessizlik var… Şiirini, resimlerini, çevirilerini, bilgece gülümsemesini anıların içinden çıkarttığım adam yok…
22 yaşında kelepir sahafta elimde rastgele bir sayfası açılmış kitap…
“Fuzuli’yi 14 yaşımda tanıdım. Şiirin ne olduğunu, ne olması gerektiğini anlayabilmek için kitaplar devirip, durmadan yeni ozanlar tanıyıp karalamalar yaparken, aşılması gereken iki dağ gibi, bir Fuzuli çıkmıştı karşıma, bir de Baudlaire.” dediği şairlerden 18 yaşında ilk çevirisini yaptığının şu dizeleri:
“Ruhum, devinirsin nasıl da yeğin, çevik,
Ve suda bayılan yüzücü gibi usta,
Yol açarsın kendine derin sonsuzlukta
Dile gelmez ve erkekçe bir hazla, esrik.”
33 yaşında birkaç şiir kitabının ve az ışığın olduğu bir masada rastgele sayfası açılmış bir kitap…
“Karıma (S.M.)” ithafı ilk sayfasında…
“Hava kokulu
Amber, mis ve limon ağacının çiçeği
Var olmanın tek nedeni gerçek bir mutluluk”
Ve Sait Maden yok…
Lorca, Aragon, Perse, Cendrars, Baudlaire, Montale ve Mayakovski’nin çevirilerini hayatımıza,
“Bir de bakarsınız gökten aşağı bin kollu bir avize;
Sayısız billuruyla parıltılar saçan o yitik dize!
Der gibidir size: Her zaman bir şiirin bir yerindeyiz.” dizeleriyle şairliğini,
A. Camus’nün Yabancı, A. Nesin’in Zübük, P. Neruda’nın Kara Ada Defteri, Refik Durbaş’ın Kuş Tufanı, S. J. Perse’ün Şiirler ve Cemal Süreya’nın Üvercinka’sıyla kitap kapaklarını armağan eden adam…
Sait Maden yok…
“Şiirin Dip Suları” var ve hep var olacak…
İki yıl önce Dünya Şiir Günü için hazırladığı “Şiirin Dip Sularında” şöyle diyor:
“Evet, bir evrendir şiir, uçsuz bucaksız, bilinmedik bir coğrafyadır. Binlerce ozan aramıştır onu, binlerce ozan da arayacaktır. Bulanlardan öğrendik böyle bir coğrafyanın varlığını. İlginç ülkeler tanıdık böylece, ilginç sesler, görünümler, ilginç varlıklar. Adına “sözcük” dediğimi nesnelerden üretilmiş varlıklar.
…….
O ülkeleri aramakla geçti bütün yaşamım. Kıyısından köşesinden ulaştığımı sanıyorum. Bu çaba ne kazandırdı bana? Birçok şey: Günlük yaşamın, sıradan yaşamın, ıvır zıvır ilişkilerin çürük ipliğiyle örülmüş yaşamın dışında, gökkuşakları, ışık yağmurları, mutluluk denen kavramı bin bir renkle süsleyip somutlaştıran bir bakış sağladı bana. Daha ne olsun!”
Sessizliğinle bir ülke armağan ettin bize, sözcüklerin ülkesini, daha ne olsun üstat? Daha ne olsun!