Benim için Sait Maden…
okuma süresi 2 dakikaBir şekilde şiire temas eden herkesin yolu, eninde sonunda tercüme şiire de değer. Düşe kalka okumaya çalıştığım ve küçücük kitaplığımı yayınevine göre tasnif ettiğim (bir daha asla öyle tasnif edemedim) zamanlarda Sait Maden adını duymaya başlamıştım. Baudelaire tercümesi olmalı ilk karşılaşma. Yıllar sonra öğreneceğim, meğer Üvercinka’nın o çok sevdiğim kapağını yapan isim de Sait Maden’miş.
Adaşlık çok kıymetli bir şey mi, bilmiyorum. Ama Sait Faik ve Sait Maden’le; bir harf eksik adaş olmayı sanırım hep çok önemsedim. Sait Maden’i görmüş olmayı ne kadar sevinçle düşünüyorsam, yanına gidip iki satır kelam etmemiş olmayı da aynı üzüntüyle düşünüyorum. Vefat haberinden sonra İrfan Sancı’nın da dediği gibi, artık Kadıköy vapurları da onsuz.
Eminönü-Kadıköy vapurlarında görürdüm Sait Maden’i. Daima iki dirhem bir çekirdek, çok şık, saçları çok güzel taralı, üstü başı tertemiz ve “jilet gibi” olurdu. Biz hemen yukarıya, terasa meylederdik. Dönüp bakardım, o da terasta oturuyor. Yalnız. Elinde daima kitabıyla. Dünyayla gizli bir anlaşması varmış gibi. Bizim hiç bilmediğimiz.
Sonra benim ayağım kesildi vapurdan. Aylardır sadece birkaç defa bindim. Ama vapuru anımsayınca, Sait Maden’i de anımsardım içimden. Şimdi o da yok. Yazdığı şiirler, tercüme ettiği her şey, tasarladığı kapaklar…
İstanbul ne zaman güzel? Sait Maden’i bir vapurda görme imkânını sana sağladığı zaman. İstanbul ne zaman güzel değil? Sait Maden’in içinde olmadığı vapurlara baktığın zaman.
Gezi sürecinin içinde, umudumuzu dürtüldüğü, umutsuzluğumuzun yatıştığı bu zamanlarda gitti Sait Maden. Kuru bir cümle mi ki bu? Onu hep özleyeceğiz. Dünyayla arasındaki şu gizli anlaşmayı da söyleseydi ya.