Kazancı Bedih’in derdi neydi?
okuma süresi 3 dakika“Paslı bıçakla ciğer mi kesiyosun abicim, her gazel hayatının tek derdi gibi okunur mu ulan?”
Kazancı Bedih’le ilgili bu sözleri duyduğumda aslen başka bir şey düşünüyordum. Yu-Ma-Tu teypte “Mecnûn isen ey dil sana leylâ mı bulunmaz” çalıyordu. Ama bu isyan bir anda kafamı dağıtıp şunu sormamı sağladı: Kazancı Bedih’in derdi nedir yahu hakikaten?
Yani bu kadar kusurlu bir ses, anlatmak istediği o zor hâli, his içinde his, dert içinde dert durumunu, insanın dilinin dönmez olduğu halleri nasıl bu kadar kusursuz anlatabiliyordu?
Sanırım bunun cevabı şu: Bedih amca, diğer gazelhanlar, türküler, aşıklar, dengbejler, uzun havalar falan, ya da “Ulan bu neymiş” dediğimiz her malzeme, ne anlattığını nasıl anlattığının önüne koymayan insanlar tarafından yapılıyor. Çabalar, dev laflar, gayretle dokunan tasvirler, büyük büyük teşbihler, öğrenilmiş kalıplar, çalışılmış özenilmiş duygu tarifleriyle bezeli bir “mış gibilik”ten, “Ne güzel anlattım” çabasının, anlatılanın önüne geçmesinden bahsediyorum.
“…Silivrikapısı’nda büyüdüm (…) Nihayet bana şairsin dediler. Eğer yazdığım mevzun sözler şiirse, bugün bir kucak şiire mâlikim. Altmış senelik hayatımda iki gün gülebildim.”
Yukarıdaki alıntı, beni Yu-Ma-Tu teybe bakarak kendi kendime düşündüren “Mecnûn isen ey dil sana leylâ mı bulunmaz” şiirinin sahibesi Yaşar Nezihe hanıma ait.
1880 senesinin Konstantiniyye’sinde doğan Yaşar Nezihe hanım, annesini küçükken kaybediyor, izin almadan okula gittiği anlaşılınca babası tarafından evden kovuluyor, şiire merak salıyor, üç kere evleniyor ve üç evlâdının ikisini kaybedince de kalan hayatını tek evlâdına ve şiire adıyor.
Çoklukla “Mazlume” mahlasını kullanan Yaşar Nezihe hanım, kadın şairler hakkında bir antoloji hazırlayan Taha Toros, kendisinin ismine bir Almanca kitapta rastlayıp izini sürünce, yıllar sonra Aksaray’daki yoksul ve perişan bir evde bulunuyor. 1971 yılında hayatını kaybeden Nezihe hanımın bestelenen yüzlerce şiirinden biri de beni küçük bir evde “Kazancı Bedih’in derdi ne ulan?” diye düşündüren “Mecnûn isen ey dil sana leylâ mı bulunmaz” idi, hem orijinalini aktarayım, hem de yeni dildeki halini elim erdiğince yazayım:
Mecnûn isen ey dil sana Leylâ mı bulunmaz,
Bu goncaya bir bülbül-ü şeydâ mı bulunmaz?
(Ey kalbim, illa aşık olacaksan sana aşk mı bulunmaz?
Gül gibisin, sana düşkün bülbül mü bulunmaz?)
Sun şerbet-i lâl-i lebin ağyara vefasız,
Sâki mi bulunmaz, bana bir sahba mı bulunmaz?
(O suskun dudaklarının şerbetini sunsan,
Sâki mi bulunmaz, o şerbeti içecek masa mı kurulmaz?)
Arz etmiyorum âleme alam-ı derûnum,
Yoksa bana bir mahrem-i sevda mı bulunmaz?
(İçimdeki elemi herkesten saklıyorum diye,
yoksa beni gizliden sevecek biri de mi bulunmaz?)
Bir sen misin âlemde tabip illet-i aşka,
Teşhis-i dilde başka etibba mı bulunmaz?
(Bir sen misin aşk belasından anlayan?
Şu kadar insan arasında bu derde senden başka doktor mu bulunmaz?)
Al aşkını ver gönlümü Allah için olsun,
Dil vermek için dilber-i rânâ mı bulunmaz?
(Allah için, aşk dediğini al git de, gönlüm bana kalsın,
O gönlü verecek hiçbir güzel mi bulunmaz?)
Mesûd edecek kimse seni yoksa Nezihe,
Meşgûl edecek bir şuh-ı hülyâ mı bulunmaz?
(Seni mutlu edecek kimse yoksa Nezihe,
en azından neşeli bir hayal de mi bulunmaz?)
Yaşar Nezihe hanımın, Kazancı Bedih ve arkadaşları gazeller söylerken çiğ köftelerle rakıları deviren kalabalık ve tamamen erkek olan sıra gecesi nüfusunun bile gözlerini nemlendirebilmesinin sebebi, kendi derdini kendi diliyle anlatmasıdır zannımca.
Kendi derdini kendi diliyle değil de, ödünç dertleri protez dillerle anlatanlardan kimseye bir fayda gelmedi galiba şimdiye kadar.
Artık sus da dinleyelim diyenler buradan:
http://www.istanbulkadinmuzesi.org/yasar-nezihe