Profesyonel Egonun Bekleme Salonu
okuma süresi 4 dakika“Kapitalistler arasındaki rekabetle birleşen kar güdüsü, sermayenin toplanmasında ve kullanılmasında dengesizliğe yol açar; bunun sonucu da tehlikeli ekonomik çöküşlerdir. Sınırsız rekabet inanılmaz bir emek israfına ve daha önce söz ettiğim gibi insanların toplum bilincinin felce uğramasına yol açar. İnsanların bu şekilde felce uğratılmasını kapitalizmin en kötü yönü olarak kabul ediyorum. Bütün eğitim sistemimiz bu kötülüğün acısını çekiyor. Öğrenciye, abartılmış bir rekabet hissi aşılanıyor ve açgözlü bir başarı tavrı mesleki geleceğine hazırlık olarak görülüyor.”
Albert Einstein
Ertesi sabah mesainin olduğu günlerin gecelerinde dışarı çıkıp eğlenmeye cesaret etmişsem, yanımda olan ve sabah işe gitme mecburiyeti bulunmayan arkadaşlarım sorarlar, “nasıl kalkıp gittin ve çalıştın?” diye. “Kapitalizm uyandırır!” derim ben de. Hasta, yorgun, mutsuz olman önemli değildir. Bir şey yaparsın ve karşılığında para verirler. Patronlar zamanlarımızı kiralar ve bahanelerden hoşlanmazlar.
Ben gibi “ne iş olsa yapan” insanlar için iş; günün genellikle dokuz ile on saatini geçirdiğin yerdir. O zaman içerisinde yaptığın ufak tefek bazı işler için verdikleri paradan ibarettir profesyonel hayat. Başarı, ego, yükselme, haz, daha çok para vs yoktur. Hayat mesaiden sonra başlar. İş sadece hayatta bazı istediklerini az ya da çok -bütçene göre- yapabilmek için araçtır. Amaç elden geldiğince daha keyifli yaşamaktır. Amma velâkin daha çok keyif için daha çok para kazanma derdine düşülmemelidir…
Peki ya egosu olanlar, kazanma ve başarma hissi ile yanıp tutuşanlar, hayatı işleriyle örenler?… Beyaz ya da mavi yaka diye gruplananlar, başarma, yükselme daha çok kazanma hırsı ile yanıp tutuşanlar…
Geçtiğimiz Cuma akşamı mesai sonrası Kumbaracı50’de Bekleme Salonu’nu seyrettim. Yiğit Sertdemir’in on yıl evvel yazdığı, şimdi ise yönettiği ve oynadığı oyuna Beyti Engin ve Sevinç Erbulak sahnede eşlik etmişler. On yıl önce yazılmış olsa da, olanca ürkünçlüğüyle bugünü görüyor, “hah işte böyle bir durum” dedirtiyor oyun.
Bir iş görüşmesinin çeşitli ön elemelerinden geçmiş iki erkek, bir kadın… Sahne bir bekleme salonu. Sessiz, gergin, soğuk, mesafeli… Beş dakika sonra görüşmeye çağrılacaklarını zanneden üç ayrı insanın kendini bir anda bekleme salonunda kilitli bulmasıyla başlıyor öykü. Sonrası hırs ve bir şirket politikası…
İnsan birini neyle satar? İnsanın kendinden başka pazarlayacak nesi kalmıştır? Kapitalizm sizden aslında neyi pazarlamanızı ister?
Herkes kendi hikâyesiyle çıkar pazara, bir de yalanlarıyla. Bekleme salonunda üç kişi kendi hikâyeleriyle bir anahtara ulaşmaya çalışırken hikâyelerinden vazgeçiyorlar. Böylece dahil oluyorlar daha büyük bir oyuna… Her hikâyenin bir kazananı olmalı değil mi? Kazanan bedel öder, ama keyif sigarasını da o içer. Ne de olsa kazanmıştır. Ama nasıl? Ve bedeli nedir? Aksi gibi, kazananlar ödedikleri bedelleri çok ama çok sonra fark ederler.
Bekleme Salonu, gözünüze egoyu sokuyor. Daha doğrusu egoyu bir sahnede soyunduruyor. Geriye kalan: Şirketlerin ve bireylerin hırsları, kazanma arzuları, başarma istekleri… Kapitalizm bunlardan başka ne ki?
Bir odadaki üç kişi, birbirleriyle rekabet ederken, dünya tarihini özetliyorlar size, şirket politikaları üzerinden… En kaba tabirle tiksindirici bulsanız bile bu hikâyeyi yine de sonunda “vay anasını” diyorsunuz, ben neymişim be abi?
Alıp sizi bambaşka bir dünyaya götüren bir oyun değil Bekleme Salonu, bugünün hikâyesi. İnsanoğlunun, patronların ve bir gün patron olma düşü kuranların… Hayatlarını başarıya ve para kazanmaya odaklayanların hikâyesi.
* Bence kaybetmek daha keyifli, hikâyesi var. Kazananların bilmedikleri bu; çalışanlar başarır, şirketler kazanır.
** Bu sezon kısa bir süre gösterimde olan oyunun önümüzdeki sezon Kumbaracı50’nin programında olup olmayacağını bilmiyorum. Olur diye umut ediyorum.
Yazan-Yöneten: Yiğit Sertdemir
Dekor Tasarımı: Ebru Gözdaşoğlu
Süre: Tek Perde 60 dakika
Sahne:Kumbaracı50
Oyuncular: Beyti Engin, Sevinç Erbulak, Yiğit Sertdemir