“Rakı koy…” / Resimli Behzat Ç. Tarihçesi vol. II
okuma süresi 3 dakikaBehzat Ç. bitti. Geçen Cuma, memleketin bir kısmı Behzat’la Şule’nin birbirine sarıldığı sahneye ağladı. Oğullar babalarıyla hesaplaştı, oğullar anneleriyle hesaplaştı. İtiraflar, ölümler, mutsuzluklar, gitmeler. Hepsi yaşandı. Aslında üç sezondur yaşananların bir nevi “duygu özeti” gibiydi final. Belki her şey çözülmedi, belki merak ettiğimiz bazı şeyler apaçık söylenmedi ama işte Behzat gibi bitti. Neşet Ertaş, rakı ve Pilli Bebek’le. Dört kişi: Behzat, Harun, Akbaba, Hayalet. Akbaba’nın (ve sonra Hayalet’in) evinde, çekyatların üzerinde, radyoda Neşet Ertaş, rakı çay bardaklarında, meze yok. “Şu dünyada cinayetle uğraşmak dışında üşenmediğim tek şey, Berna’nın saçını taramaktı,” dediği Behzat’ın. “Geçmiyor…” da dediği gene.
Önce “Mapusanelere Güneş Doğmuyor”, sonra “Haydar Haydar”.
“Hoş oluyum, olmuyum; o yâr benim kime ne?”
Behzat Ç. üç sezondur, önce Pazar günleri, sonra Cuma günleri birkaç saat bize heves verdi. Televizyonda, Türkçe, böyle bir şey de izleyebileceğimizi anlattı, öğretti. Şimdi bitti. Olsun.
Dizinin son cümlesinin Behzat’ın ağzından çıkacağı sürpriz değildi. Fakat bizim için gene de, son repliğin “Rakı koy…” oluşu sürpriz oldu. Kötü mü oldu? Asla.
Daha önce bir “Resimli Behzat Ç. Tarihçesi” yapmıştık. Şimdi bir el yükseltiyoruz. “Resimli Behzat Ç. Tarihçesi vol. II”. Esra Can’ın çektiği fotoğraflarla…
Tarihî Gar Restaurant
İstanbul-Ankara mukayesesinin temel argümanı “deniz”dir malum. İstanbul’un Haydarpaşa Gar Restoran’ı var, o da malum. Ankara’da da “Tarihi Gar Restaurant” var. Behzat Ç.’nin dört kafadarı İstanbul’a arabayla gitmişti. Aceleleri olmasa trene başvurmaz mıydılar? Başvururlar; hem de Gar’da oturup iki tek atarlardı. Hatta Fatih Ekspresi’nde devam ederlerdi.
Sokakbaşı
Sokakbaşı’nın daima içini gördük. Masada rakı vardı, arkada Neşet Ertaş sesi vardı. Unutmamak için. “Karım öldü, kızım öldü, kızım katil…” Esat Dörtyol’dan geçerken Sokakbaşı’na doğru kafamızı çeviririz. Bir koku, bir ses. Koku: Anason. Ses: Neşet Ağa.
Bakanlık Çiçekleri
“şehirlerin şaşmaz bilgisi,/ çiçekçiler yan yanadır.”
Eskişehir Yolu
Ankara’da İstanbul Yolu var, Eskişehir Yolu var. Uzun otoyollar. Civarında kazulet binalar da var. Burası Eskişehir yolu. Behzat’ı ve yanında ekseriyetle Harun’u bu yolda çok gördük. Telaşla bir yerlere yetişmeye çalışıyorlardı. Telaşlı ve hızlı.
Sakarya Caddesi, Teras Bar
Berna’nın kendini attığını düşündük uzun bir süre. Burada görünen ıslak betona düştüğünü düşündük. Kırmızı Vosvos, kırmızı elbiseli Berna. Sonradan anladık olan biteni. Kitap da burada başlıyordu. Sakarya’sız Ankara mı olurmuş? Sakarya’sız Behzat Ç. mi olurmuş? Doktor’un köfte kokusu var burada. Biraz bira, biraz rakı da.
Ankara Kalesi
Kale’yi en iyi Beş Şehir‘den izleyebiliriz. Onur Ünlü’nün Beş Şehir‘i değil, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir‘i. Selçuklu Camii’nin taşları, ta Roma’dan kalmadır. Özkan Bakkaliyesi bira satmaz.
Yüksel, Konur
“Bir eylem olarak Behzat Ç. izlemek” işte buralarda icra edildi. Ankara’nın kalbine giden ana damarlar bu sokaklarda atar. Kızılay’ın Konur’u ve Yüksel’i. Behzat hiç Mülkiyelilere gitti mi patron?
Çukurambar
Nevzuhur bir Ankara mahallesi. Marketten içki aldığında, kredi kartını güvenle uzatanların da mahallesi. Behzat, marketten alışveriş ederken bira yerine cipsleri harcamakta mahirdir. Buralar hep trafik, hep beton. Bozkır güneşi her dem kızıl.
Tunalı
Esra’yla Behzat hiç el ele yürüdü mü sokaklarda? Yürüseler, sanki buraya çok yakışırlardı. Sağda yanda kalan balık restoranında rakı içerlerdi. Behzat, gelen hesaptan biraz sıkılırdı. İlla ki Hayalet buralarda bir yerdedir. Akbaba sevmez. Harun Ankaragücü maçında olmalı.
Kızılay, Atatürk Bulvarı
Attilâ İlhan diyordu: “Atatürk Bulvarı’nda rüyalar büyüsün” diye. O bulvar, bu bulvar olmalı. Değilse de bu olmalı. Yağmur rüya da büyütür çünkü. Behzat’a Neşet Ağa kadar, Ahmet Kaya da yaraşır.