Yağmur güzel yağardı Bulancak’a
okuma süresi 4 dakikaBulancak bağlı olduğu ilin en güzel ilçesiydi. Öyle güzel yağmur yağardı ki oraya pencerenin kenarından ayrılmaz, uzun uzun seyrederdim yağmuru. O yağmurda büyürdüm sanki. Yazları denize gittiğimizde yağmur bastırıverirdi aniden. Kumdan ziyade çakıl taşlarıyla bezeli olurdu deniz. Herkes yana yakıla çıkarken sudan ben usul usul çıkardım. Hiç bozulmazdım. Karadeniz’in asiliğinden sual olunmazdı zira. O yüzden yağmuru kabullenmek, sevmek gerekti.
Şeker Ahmet’i, Gâvur Ali’siyle, delileriyle, tiyatrosuyla ve iskelesiyle güzeldi Bulancak. Yazları Mete, Şükrü, Lami (Mete’nin abisi) ve ben deniz kıyısına gider kayalıkların arasında boş kutu biralarını toplardık. Sonra satardık ve ancak yazları ilçeye uğrayan lunaparka giderdik. Çarpışan arabalara biner başkalarına çarpardık. Çünkü biz birbirimize kıyamazdık.
Mete ile Lami hiç anlaşamazlardı. Ana avrat küfrederlerdi birbirlerine. Sonra da kavgaya tutuşurlardı. Kavganın sonucu hiç değişmezdi. Ağlayan ama küfür etmeye de devam eden hep Mete olurdu. Biz Şükrü’yle gülmekten kırılırdık. Mete bu kez de bize küfrederdi. Alınmazdık. Kardeş kardeşe küser miydi hiç?
Şükrü’nün babası denizciydi. Gidip te uzun zaman gelmeyenlerindendi. Belki de bundan aramızdaki en baba tipli çocuk Şükrü’ydü. Ev ona emanetti ne de olsa. Biraz sertti de. Sevgisini böyle ifade ediyordu. Mesela yolda görüp sarıldığında öyle bir sıkıyordu ki seni, nefesin çıkıyordu.
Bulancakspor’un maçlarına giderdik. İkinci ligdeydi o zaman bizim takım. Bilet alacak paramız olmazdı. Biletli abilerin koluna yapışır “Abi be önüne alsana bizi, maça girelim” derdik. Alırlardı. Biz de o abiler harbiden abilerimizmiş gibi davranırdık. Tabi her maça farklı abilerle girdiğimizden biletleri kontrol etmekle görevli adam işi çakmıştı ya seste etmiyordu.
İlk küfrümü işte o maçlardan birinde ettim. O kadar çok gol kaçırmıştı ki Bulancakspor deliye dönmüştüm. Küfür etmekten utanırdım oysa ben. Maharet isterdi harbi küfür etmek. Yüzüm kızarırdı benim. Bizim çocuklar “Domates” diye takılırlardı bana her yanım kırmızıya sardığında.
Bizim takım son dakikada bir de gol yiyiverince iyice moralim bozuldu. Stattan mahalleye yürüyerek gittik. Epey de yürüdük Allah var. Hiçbirimizin sesi soluğu çıkmıyordu. Lami ile Mete küfürleşmiyorlardı bile. Bizimkilere maçta küfür ettiğimi söyledim. “Sen?” dediler şaşırarak. Şaşırmalarına bozulmuştum ama çaktırmadım. “Ne dedin peki?” “Allah belanızı versin pis herifler” dedim. Yolun bu muhabbetten arta kalan kısmını gülerek geçirdiler. “O da küfür mü lan?” dedi Şükrü. “Değil mi?” dedim, “Domates” olarak. “Değil tabi oğlum. Biraz benle abimi örnek alsana. Bak biz nasıl küfürleşiyoruz” dedi Mete.
Mahalleye vardık. Evlerimize dağıldık. Akşam ezanı okunduğunda sokakta buluşurduk nasıl olsa. Yirmi bir aylık oynardık, mahallelinin ziline basıp kaçardık. Arabaların kapılarıyla oynar alarmlarını öttürürdük. Kaosu seviyorduk herhalde.
Akşam ezanı okunduğunda eve giren çocuklardan değildik. Her birimiz evlerimizde bu hakkımızı kazanmak için nice bedeller ödemiştik. Az terlik yememiştik. Annem “Eğer akşamları dışarı çıkacağım diye tutturursan yaş pastadan bir gıdım yiyemezsin bunu da böyle bil” diye tehdit etmişti beni. Bu konuyu bizim çocuklara açtığımda “Çok mu seviyorsun lan annenin pastasını?” diye sormuşlardı. Öyle içten “Çokkk” demişim ki bizimkiler benim ikna olduğumu sanıp “Biz sana pastaneden pasta alırız, üzülme” demişlerdi. Alamayacaklarını biliyordum ama ses etmedim.
Piknik yapardık. Biz dört erkek arkadaş her birimiz dokuz on yaşlarında, ilginçtik biliyorum. Pazar sabahı kalkar, annelerimize pide içini hazırlatır, Hüseyin Abi’nin fırında buluşurduk. Sıraya takılmamak için ben erkenden gider daha fırın açılmamışken bekler kimi zaman da uykuya dalardım. Bu Bulancak’ta bir gelenekti. Uykuya dalmak değil yanlış anlaşılmasın. Her pazar fırınlar da pide yapılması… Ekmekle pidenin fiyatı aynıydı. İçini evde hazırlatırdık. Biz ekmeği fişle alıyorduk ve aybaşı geldiğinde babam ödüyordu parasını. Pideyi de fişle alabiliyorduk. O yüzden evden bir sürü fiş araklıyordum. Bizim çocukların paralarıyla da kola alıyorduk. Değme bir keyif yaşıyorduk.
Şimdi Bulancak’tan uzakta bir şehirdeyim. Yağmur yağıyor. Ben bu sefer küçüleyim istiyorum yağmurda, çocukluğuma döneyim, pide sırasında uykuya dalayım istiyorum.
Serhat Korkmaz