Yaşasın Yaşlılık!

okuma süresi 8 dakika
Yukarıdaki sıra dışı ifade şahsen bana ait değil ama yine de çok tuttum bu ifadeyi. Böylesine ilginç ve şaşırtıcı haykırışı tutmamın sebebi belki de “egosantrik” duygularımdan ya da adını koyamadığım ürküntülerden kaynaklanmaktadır.

Yukarıdaki sıra dışı ifade şahsen bana ait değil ama yine de çok tuttum bu ifadeyi. Böylesine ilginç ve şaşırtıcı haykırışı tutmamın sebebi belki de “egosantrik” duygularımdan ya da adını koyamadığım ürküntülerden kaynaklanmaktadır. Gerçekten de bunu hiç bilmiyorum. Öyle veya böyle bu ifade Alex Comfort’un konuyla ilgili kitabının adı. Alex’in bu eşsiz eseri Gelişim Yayınları tarafından 1980’li yılların başlarında Armağan İlken’in çevirisiyle yayınlanmış. Eserin orijinal adı A Good Age”tir ve 1976 yılında basılmıştır.

Alex Comfort’un bu benzersiz eseri sadece yaşlılar ya da yaşlılıkla ilgili olmayıp insan hayatının her dönemini ele almaktadır. Hem de kıyaslamalar ve mukayeseler yapılarak. Bu nedenle de sadece biz yaşlılar değil gençler de mutlaka bu eseri okumalıdır. Çünkü bu eser yaşama sanatıyla ilgilidir. Dilerseniz kitabın sayfaları arasında biraz dolaşalım ve sözü Alex Comfort’a bırakalım:

Yaşlanmanın iki türü vardır. Biri, saçların ağarması, görüş keskinliğinin bozulması, işitme duyusunun zayıflaması gibi değişikliklere yol açan biyolojik yaşlanmadır. Bu değişikliklerin en önemlisi, kişinin çeşitli hastalıklara yakalanma eğiliminin yükselmesi, hastalığı atlatma gücünün azalmasıdır. İleri yaşlarda ölüm oranının artması da bu nedene dayanır ve bu yüzden yetmiş beş yaşında bir insanın o yıl içinde ölme olasılığı yirmi yaşındaki birinin aynı yıl içinde ölme olasılığının kırk bir katıdır. Canlılığın azalması anlamına gelen bu olgu bugün için açıklanamamış olmakla birlikte, incelenmeye başlanmıştır.

Öbür biyolojik değişikliklerde olduğu gibi, canlılığın azalma hızının da yapay olarak düşürülebileceği hemen hemen kesin sayılabilir. Bu konuyu inceleyen bilim dalına “Deneysel Gerontoloji” adı verilir. Önümüzdeki yirmi beş yıl içinde tıpta görülecek ilerlemenin en önemli bir bölümünün bu alanda gerçekleşeceği de ileri sürülebilir. Kişinin biyolojik yaşlanmaya karşı koyabilmesinde üç etken rol oynar: şans, para ve genetik miras. Biyolojik yaşlanmayla savaşma olanağı çok kısa bir zaman içinde bulunacak olsa bile bugün için böyle bir olanaktan söz edilemez. (…) Eğer şimdiden yaşlılar arasında sayılmıyorsak, bundan sonraki “ihtiyarlar” olacağız bizler. Bugünün yaşlılarının içinde bulundukları koşulları kabul edip etmememiz, bizim yaşlılığımızda karşılaşacağımız tutumu kararlaştıracaktır. Bu durum gerontoloji alanında yapılacak araştırmalardan çok daha önemlidir.

Çağımızda her şey hızla değişmektedir. Yaşlı bir elektronik uzmanı, yani son gelişmeleri izlemeyen bir usta iki üç yıl içinde işe yaramayan adam durumuna düşecektir. Değerlendirme yaparken kimse tecrübeye önem vermiyor artık. Bir başka etken de reklamlarla beslenen “gençlik” düşkünlüğüdür. Televizyon reklamları elli yaşın altındaki kişileri hedef almaktadır. Ellinin üstündekilerin , “markaya bağlı”, bildiklerinden şaşmayacak kadar tecrübeli ve harcamalarda hesaplı davranmak zorunda oldukları saptanmıştır.

Amaninnn, ne zor hesapmış bu....

Alex Comfort işte bu ve buna benzer konularda bir insan ömrünün içinde yer alabilecek bütün etapları değerlendirmiş, yaşlıların da çok başarılı işler yapabileceğini örnekleriyle sıralamıştır. Hatta tarihe mal olmuş birçok yaşı geçkin ünlüye kitabında yer vermiş, onların başarılarını kıyaslamalarla dile getirmiştir. Dilerseniz bu ünlülerden bazılarını hatırlayalım: Mesela, Helena Rubinshein yetmiş yıl süreyle çalışarak altı kıtaya yayılan bir güzellik imparatorluğu kurdu. Anılarını dile getirdiği “Güzellik İçin Yaşadım” adlı kitabını doksan yaşında yazdı. Kendisi için “Benim güzellik reçetem çalışmaktır” diyor. Ve “Sıkı çalışmanın yararlı olduğuna inanırım ben. Böylece insanın aklı da karışmaz, ruhu da. Çalışmak kadının genç kalmasını sağlar. Hayatta kalmasını sağladığı da kesindir” diye ekliyor.

On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Macar piyanist ve kompozitör Franz Liszt en önemli eserlerini yetmişine yaklaşırken yazmaya başladı. Bunlar “Debussy” ve “Bartok” gibi yirminci yüzyıl bestecilerine öncülük eden eserlerdi. Zamanının en büyük piyano virtüözü sayılan ve 1886’da yetmiş dört yaşında olan Liszt onca yaşına rağmen bütün Avrupa’yı dolaşmış, ölümünden iki hafta öncesine kadar süren bir turneyi tamamlamıştı.

Mae West 1893’de doğdu. Annesi Bavyera asıllı bir korse mankeni, babası sonradan kiralık at ve araba işine giren bir boksördü. Kendine özgü bir kadındı Mae West. Altmış yıl süreyle sahnede ve sinemada çalıştı, kendisi için yarattığı tipe sadık kaldı: Seks sembolü, vamp kadın, ahlak kurallarının yıkıcısı! (Öyle suçlanmıştı bir ara.) Eşi bulunmaz bir komedi sanatçısı olan Mae West, kullanacağı teksti kendi yazar, birlikte oynayacağı erkek sanatçıyı kendisi seçerdi. Broadway ve Hollywood’da sansür onun yüzünden, onun taşkınlıklarına gem vurabilmek için kurulmuştur denir. Seksenine geldiğinde hâlâ gem tanımıyordu.

Büyük Rus yazarı Leu Tolstoy elli dört yaşında büyük bir ruhsal değişiklik geçirmiş, ondan sonra yazdığı eserlerinde sosyal ve anarşik temaları öne çıkmıştır. Elli altı yaşında bitirdiği “İvan İlivch’in Ölümü” bu tür eserlerden biridir. Yetmiş iki yaşında tamamladığı “Diriliş” adındaki romanın gelirini hükümetin baskı yaptığı barışçı bir topluluğa bağışlamıştır. En önemli kitaplarından bazılarını seksen iki yıllık ömrünün son birkaç yılı içinde yazmıştır. Ölümünden sonra basılan, devrimcileri idam cezasına çarptıran hükümete çatan “Susamayacağım” adlı eseri bunlardan biridir.

Hintlilerin lideri ve büyük devlet adamı Mahatma Gandi altmış yaşındayken (yıl 1930) İngilizlerin koyduğu tuz vergisini protesto etmek amacıyla düzenlenen 300 kilometrelik bir yürüyüşe öncülük etmişti. Yetmiş yaşındayken bir “ölüm orucuna” girerek demokratik reformların yapılmasını sağladı. Hindistan’ın 1947 yılında bağımsızlığına kavuşmasıyla sonuçlanan direniş hareketini başlattığında yetmiş iki yaşındaydı.

Fransız şairi, romancısı ve oyun yazarı Victor Hugo son eserini yayımladığında seksen bir yaşındaydı. Ömrü boyunca cumhuriyetçi olan Hugo, Louis Napoleon’un diktatörlüğünü kabul etmektense on dokuz yıl sürgünde yaşamayı yeğlemişti. Altmış sekiz yaşında akademi üyesi olarak döndü Fransa’ya. Ardından da senato üyeliğine seçildi. Hayatının son yıllarını bol bol yazı yazarak ve cumhuriyetçiliği savunarak geçirdi.

Mao Tse-Tung 1949 yılında altı milyon Çinli’nin önderi olarak ortaya çıktığında elli altı yaşındaydı. Büyük önder önce Manchu hanedanına, ardından Japonlara, sonra da eski dostu Çan Kay Şek’e karşı savaştı. Yıllarca süren savaşın sonunda Çan Kay Şek’in orduları Taiwvan’a sürüldü. Bir çeyrek yıl sonra, sekseninin aşan lider ölümüne dek dünyanın en büyük ve kalabalık ulusunun başkanıydı. Dünyadaki bütün devrimciler Mao’nun ideolojisini benimsemiş, iki Amerikan cumhurbaşkanı kendisinin ziyaretine gitmişti.

Fransız ulusunun evlat edindiği New Orleans doğumlu Josephine Baker 1973 yılında, altmış altı yaşında Amerika’ya dönerek Carnegie Hall’da dört konser verdi. Sahneye çıkarken boğazından parmak uçlarına kadar inen pullu bir “çorap”la koskoca bir şapkadan başka bir şey giymeyen sanatçı Carnegie Hall’u ayağa kıldırdı. 1975 yılında, ölümünden az bir süre önce de Paris’te bir revüde başrole çıkarak meslek hayatının ellinci yılını kutladı.

İngiltere’nin Congreve’den bu yana yetiştirdiği en büyük tiyatro yazarı sayılan George Bernard Shaw ilk oyununu otuz altı yaşında yazdı. Sanat, müzik, tiyatro eleştirmeni, romancı, oyun ve sosyolojik incelemeler yazarı olan Shaw sahneye konan son oyununu doksanına yaklaşırken bitirdi. Ömrü boyunca vejetaryen rejimine bağlı kalan yazarın yaratıcılığı doksan dört yaşında öldüğü güne kadar sürmüştür.

Beyaz perdede binlerce dövüşte kahramanlık gösteren John Wayne 1964 yılında düşmanların en öldürücüsü olan kanserle yüz yüze gelip o hastalığı da yendiğinde elli yedi yaşındaydı. Beş yıl sonra “Gerçek Kahramanlık” filmindeki başrolüyle Oskar Ödülü’nü kazandı. Aktörlük mesleği elli yıl sürdü, iki yüzden fazla film çevirdi. Bunların on yedisi sinema tarihinde en yüksek hâsılatı sağlayan filmlerin arasına girmektedir.

Görsel004

Sanat tarihinin en büyük ve en etkin kişilerinden biri olan Pablo Picasso canlılığını ve yaşama sevincini doksan yaşına kadar korumayı başarmıştır. Bütün gün, bazen de gecenin geç saatlerine kadar çalışır, bitmez tükenmez enerjisiyle gençleri hayrete düşürürdü. On altı yaşında açtığı ilk sergiden sonra sürekli olarak ve çok yüksek sayıda eser vermiştir. Picasso, gerek stil değişiklikleri gerekse yaratıcı güç ve teknik açıdan eşsiz bir sanatçı sayılır. Yetmiş beş yılda, yirmi bini aşkın tablo, karakalem resim, gravür, heykel ve seramik eser yapmıştır.

Sohbetimizi beş-altı yaşlarında “Hamlet”i oynamış olan eşsiz tiyatrocu ve oyun yazarı Orsen Welles’in, “Ben gençliğin ne olduğunu bilirim ama sen ihtiyarlığın ne demek olduğunu bilemezsin” sözüyle tamamlamak istiyorum. Hiç unutulmamalıdır ki bugünün gençleri doğanın kaçınılmaz sonucu olarak yarının ihtiyarları olacaktır. Bu nedenle “Yaşasın Yaşlılık” değil Yaşasın Hayat!..” diyorum ben.

Saygılarımla…

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.