San Fermin Festivali
okuma süresi 9 dakikaHazır festivalin başlangıç günü olan 6 Temmuz’a birkaç gün kalmışken, San Fermin festivali hakkında yazayım dedim. “O ne?” derseniz, hani şu İspanya’da, deli cesaretine sahip birtakım insanların boğaların önünde koştuğu festival. Bask bölgesinde, Pirenelerin eteklerinde, Pamplona denen ufacık bir şehirde yapılıyor her yıl 6–14 Temmuz arasında.
Normal zamanda kimsenin pek ayak basmadığı kendi halindeki bu minik şehir bir haftalığına deliriyor. San Fermin hem şehir halkının, hem turistlerin ne pahasına olursa olsun eğlenmeye, ayık gezmemeye ve zıvanadan çıkmaya and içmiş olduğu, eğlenceli ama bir o kadar da yorucu ve kaotik bir festival. Dolayısıyla insanın mümkünse yirmili yaşlarının başında ve çift olarak değil de kız kıza (veya erkek erkeğe, hangisi duruma uyuyorsa işte) gitmesinde fayda var maksimum randıman almak için. Baştan uyarayım da sonra vay efendim gittik de yorgunluktan bittik de sevgilimizle gittik eğlenemedik de vs. vs. diyerek bana gelmeyiniz.
Boğalar ve koşu kısmına tabii ki ayrıca geleceğim ama aslında boğalar eğlenceye bahane. “Txupinazo” denen, 6 Temmuz öğle vakti gerçekleşen festivalin açılışını takiben (ki bu da şehrin minicik meydanında toplanmış yüzlerce insanın, açılışı ilan eden topun patlamasıyla birlikte önce kırmızı fularlarını sallayıp, sonra şişelerce şampanya –daha doğrusu cava- patlatıp birbirlerini ıslatması, daha sonra sokaklarda cava, sangria, bira, ellerine ne geçirdilerse bir yandan içip, bir yandan etrafa ve birbirlerinin üzerine dökmesi, bidonlarla -abartmıyorum, hakikaten sangria bidonları geziyor elden ele- dökülen sangriadan kaçmaya veya özellikle buna hedef olmaya çalışması gibi aktivitelerden oluşan bir açılış) şehirdeki herkes bir sonraki hafta normale dönmek üzere deliriyor. Tabii bu kadar sokak eğlencesi ve alkol kombinasyonundan ortalık epey de bir pislendiğinden ve kaotik hale geldiğinden, ortama uyum sağlayıp eğlenebilmek için ayık gezmemek gerekiyor; insan her cava fışkırtana, sangria saçana, su dökene (balkonlardan su dökmek de gelenek ve kent halkının en sevdiği eğlencelerden), çarpana, şişme bebekle üstüne saldırana vs. kızarsa hayat geçmez. Açılış gününden sonra ortam bir parça daha makul hale geliyor gerçi, en azından içki bidonlarını gelen geçenin üstüne boca etme hevesinde bir düşüş görülüyor. Böyle yazınca da haminne işi durdu, “cık cık cık, ne rezillik” demiş gibi oldum; yok yok, çok eğlenceli oluyor gerçekten ama ne beklemek gerektiğini bilerek ve tedbirli gitmek gerek işte. Özetle cicili bicili giysilerinizi götürmeyiniz, özellikle açılış günü üzerinizde olanları çöpe atmayı göze alınız ve ayık gezmeden ama günün yarısında da sızmadan dengeli bir tempoda yiyip içerek günlerinizi geçirmeye çalışınız.
Festival boyu öğle saatlerinden itibaren her köşe başında farklı türlerde canlı müzik yapan müzisyenlere rastlanması festivalin bir diğer güzelliği. Fareli köyün kavalcısı misali insan birinin peşine takılıp, acıkınca, içkisi bitince bir barda soluklanıp, ağzına iki tapas atıp arkasından başka birinin peşine takılıp gidiyor.
Yine her gün “gigantes y cabezudos” denen geleneksel birtakım figürlerin geçidi oluyor. Gigantes adından anlaşılacağı üzere devasa, 4-5 metrelik ve içinde dansçılar bulunan kuklalar.
Cabezudos ise yine içinde insan bulunan, daha normal boyutlu, koca kafalı çok sevimsiz suratlı kuklalar (isimleri kafa anlamındaki “cabeza”dan geliyor zaten), ve başlıca icraatlari 3-7 yaş arası çocukları kovalayıp korkutmak, yakaladıklarında kafalarına süngerden yapılma yumuşak toplarla vurmak! Bunların dışında, her gün illa ki bir iki dini geçit töreni oluyor. Süslenmiş Meryemana figürlerinin gezdirildiği havai fişek gösterileri yapılıyor, geleneksel bask giysileri içinde belediye bandosu sokak konserleri veriyor, daha büyücek açık alanlardaki podyumlarda da çeşit çeşit konserler oluyor.
E tabii lafı fazla uzattım ve hâlâ günün anlam ve önemine gelemedim: Boğaların önünde koşma hikâyesi nasıl oloor da oloor ve neden niçün? Bu koşma hikâyesinin çıkış noktası, boğa güreşi için akşam üzeri arenaya çıkarılacak olan boğalar şehrin içinden geçirilip arenaya götürülürken yanlarında önlerinde koşmaya yeltenen, tabir caizse jackasslik yapan kasaba delikanlılarıymış. Ne kadar engellemeye, yasaklamaya çalıştılarsa da başarılı olamamışlar, boğalarla koşmak gittikçe daha popüler bir hale gelmiş, koşmaya heveslenenlerin sayısı arttıkça artmış, bakmışlar yasaklamakla olmuyor, en sonunda resmi bir festival haline getirip rahata ermişler. Pamplona gençliği jackasslik serbestisini direne direne kazanmış anlayacağınız 🙂
Koşu hakikaten çok tehlikeli bir iş bu arada, ve başınıza bir şey gelip gelnmemesinde şansın da çok büyük payı var. Hayvancağızlar neticede “aman ortalığa çıkalım da şunları bir güzel tepeleyelim, boynuzlayalım” gibi bir heves içinde değiller, dapdaracık bir yolda hiç alışmadıkları bir kalabalığın içine bir anda salınınca panikliyorlar ve aslında tek istedikleri bir an önce geçmeleri gereken yolu katedip, kendilerini oradan atmak oluyor. Dolayısıyla bir şeyler ters gitmediği, boğalardan birinin dikkati dağılmadığı veya o an kötü bir ruh halinde olup sapıtmadığı sürece, aslında cadde boyunca yan yana koşup gidiyorlar. Bu yüzden boğaların önünde koşmaya cesareti olmayıp da yolun kenarından koşanlara bakınca koşu gayet kolay ve güvenli bir işmiş gibi görünüyor ve gerçekten bu kenarda koşanların çoğu da yara bere almadan kurtuluyor. Ama yolun birkaç tane çok keskin dönüşü var, oralarda hem boğalar hem koşanlar sıkça düşüyor ve insan ne kadar yandan yandan, güvenli güvenli gitmeye kalksa da, eğer şanssızsa bu dönüş noktalarından birinde düşüp tepelenmesi, boğalardan birinin altında kalması (ki kolay değil, hayvanlar 600 kilo civarında), ya da daha kötüsü, bir boğanın dikkatinin üzerinde odaklanması sonucu doğrudan saldırıya hedef olması mümkün. Turistler yolun bu tehlikeli kısımlarını veya yol üzerinde sığınacak yerleri bilmedikleri için, tatsız durumlara maruz kalma olasılıkları da haliyle daha çok fazla oluyor ve koşmaları pek de tavsiye edilen bir şey değil.
Koşacaklara verilen ilk ve en önemli öğüt, “aman düşerseniz kalkmaya çalışmayın” oluyor bu arada. Söylemesi kolay, insanın can havliyle kalkmaya yeltenmesi çok doğal sonuçta, ama kalkmaya çalışırken çok daha büyük yara bere almak, yüze göze çifte yemek olası. Halbuki düştükten sonra olduğu yerde kalanların üzerinden boğalar genelde atlayıp gidiyor, “dur ulan hazır düşmüşken şuna iki tane çakayım” gibi bir derdi olmuyor hayvanın. Ama gene, bahtsız bedevi iseniz hayvan düzgünce atlayamayıp üzerinize düşüverebilir, ya da sırtınıza başınıza geçirebilir, olabilir de olabilir işte. Altı ustu 3 dakikalik bir yol olsa da, vücudu kısmen veya tamamen dağıtmak ya da ölmek var işin ucunda, hele biraz da sanşssızsanız. Sarhoş halde koşuya çıkacak, yapmayın denenleri yapacak kadar salak olursanız bu ihtimaller de o oranda artıyor tabii.
Yana yakıla yapmayın etmeyin denen diğer şeyler ise hayvana vurmak, kuyruğunu çekmek, dikkatini dağıtmak gibi salaklıklar… Zira boğanın dikkati dağılıp da sürüden koptuğunu fark ettiği anda ne halt edeceği hiç belli olmuyor ve genelde gördüğü hareket halindeki ilk nesneye odaklanıyor. Boğaların koşmayı kesip şöööyle bir etrafına bakınması veya arkasına dönmesi çok ciddi bir paniğe neden oluyor bu yüzden. Çil yavrusu gibi kaçışan insanlar çizgi film sahnesine benzer bir görüntü yaratıyor.
Boğaların önüne atlayacak deli cesareti olmayan ama yine de ucundan kıyısınden deneyimi yaşamak isteyenler var bir de; onlar da boğalar henüz salınmadan belli bir süre önce koşu yoluna salınıyor ve boğalar arkalarından yetişemeden yolu tamamlayıp arenaya varmış oluyorlar. Ama her şeyin bir bedeli var, bu ödleklik ve fırsatçılıkları yüzünden kendilerine “tavuklar” deniyor ve arenaya girdikleri anda (koşunun nihai noktası arena çünkü) yoğun bir yuhalamaya maruz kalıyorlar, hatta kafalarına çeşitli nesneler atanlar oluyor.
Koşu kısmını ve tehlikelerini geçtikten sonra, koşunun sonlandığı arenadaki jackasslik faslından da bahsedeyim kısaca. Dediğim gibi koşu arenada bitiyor, hayvanlar mümkün olan en çabuk şekilde ahırlara sokulmaya calışılıyor ve bu da bittikten sonra, meydanı dolduran sağ salim ve yarasız beresiz kalmayı başarmış koşucularin üzerine, sırayla dört beş tane ufak boğa salınıyor. “Ufak” dediğim hem genç, hem ebatça ufak boğalar. Boynuzları da yumuşak maddelerle kaplanmış. Ama genç olmalarının da etkisiyle bu hayvancıklar son derece çevik ve kuvvetli ve önlerine geleni şahane bir şekilde tepeliyorlar. Boynuzlarını ortalıktakilerin etine geçiremeseler de boynuzladıkları gibi havalandırıp yere atıyorlar, üstlerinden zıplıyorlar vs., ama nasıl oluyorsa bir şekilde kimse ciddi bir yara almıyor (en azından benim izlediğim bir kaç tanesinde sorunlu hiçbir durum olmadı). Yere düştükten sonra üstlerini başlarını silkeleyip ortalıkta koşturup şebeklik yapmaya devam ediyorlar. Bunu izlemenin en güzel, en eğlenceli tarafı ise, yılda sadece bir kez bile olsa boğa icin adil bir durumun sözkonusu olması; boğa güreşinin tersine, boğa birilerine geçirdikçe hayvana tezahürat edilerek “oleee” diye bağırılması. Boğalar biraz tehlikeli hale gelince de hayvanların bakımından sorumlu kâhyalar (ki “mozo” deniyor bunlara, koşu boyunca da işlerin sorunsuz gitmesi ve hayvanların bir an önce arenanın ahırlarına yönlendirilmesi için etrafı kolaçan etmekten sorumlular) olaya el atıyor, sahaya bir inekle çıkıyorlar yavru boğayı götürmek için. Çıkan inek tahmin ediyorum o anda arenadaki boğanın annesi oluyor zira boğacık ineği gördüğü anda kuzu kuzu peşine takılıp gidiveriyor.
Bu koşular sabahın köründe oluyor. 8’de başlıyor ancak izleyebilmek icin birkaç saat önceden gidip, dondurucu soğukta (Temmuz olduğuna aldanmayın, Pirenelerde ve bayağı serin bir yer Pamplona, özellikle henüz güneşin doğmadığı o erken saatlerde) yer tutmak gerekiyor. Bence gecenin üçünde oralarda olmaya hiç kasmayın bu arada, zaten bariyerin önünde güzelce bir yer bulsanız bile bariyerler epey yüksek, aman aman bir şey görünmüyordur, görünen de kıyısından köşesinden bir anlık şeydir herhalde. Onun yerine koşu yolu üzerindeki evinin balkonunu kiralayan bir Pamplona sakini bulun, paşa paşa rahatça izleyin. Balkon kiralayanların listesi resmi turist ofisinden edinilebiliyor, ayrıca çeşitli direklere, agaçlara vs. asılmış ilanlar da var. Balkon ne kadar yüksekteyse fiyat o kadar düşüyor. Bazı ev sahipleri kahvaltı da veriyor fiyatın içinde. Fiyatlara dair fikir vermek için, biz önceden ayırtmadığımızdan, şehre varınca bulabildiğimiz balkon biraz yüksekti, 4. kattaydı, kişi başı 40 euro, kahvaltı dahildi. Ama sanirim bir rayici yok, tutturabildiğine fiyatlar. Ha, bir de Mercaderes caddesinde değil Estafeta üzerinde olsun izleyeceğiniz balkon. Mercaderes kısacık bir cadde çünkü, Estafeta ise ana cadde, koşunun daha uzun bir bölümünü görme imkânınız var buradan.
Gitmeye niyetiniz varsa aman amannn çok önceden yerinizi ayırtın derim bir de. Uçak bileti bulmak dert olmuyor, fiyatlara da yansımıyor festival durumlari neyse ki (zaten Madrid veya Barcelona’ya uçup karayoluyla geçmek zorundasınız, buradan Pamplona’ya direkt uçuş yok, hatta Pamplona’nın bir havaalanı olduğunu bile sanmam), ama otel fiyatlari fena halde ohannes oluyor haliyle. Sonuçta festival zamanı olduğu için erken ayırtılsa da yine sudan ucuz olmayacaktır ama en azından ödenebilir rakamlara bir yer bulabilirsiniz, şehir dışında konaklamak zorunda kalmazsınız.