Çiçek Pasajı’nın kısa geçmişi…
okuma süresi 5 dakikaHangi ortamda olursam olayım Çiçek Pasajı’ndan söz açıldığı zaman içimi sevinçli bir coşku kaplar ve hemen kendimi gençlik yıllarımda bulurum. Bu önlenemez duygularım da ilk gençlik yıllarımın burada geçmiş olmasından kaynaklanır. Hatta “Yolun Yarısı” olarak benimsenmiş olan 30’lu yaşlarımın ortalarına kadar. Dahası o günleri hatırladığım anda biraz irkilip hüzne boğulurum bütün benliğimle.
Asla ama asla “heyhat” demem o yılların film şeridi gibi gözümün önünden akıp geçtiği anlarda. Neden diyeyim ki? Dolu dolu yaşamıştım ben o günleri, geriye dönüp baktığım zaman “keşke” diyecek bir şey kalmamıştı ki arkaya. Hele hele aslen Fransız olan Madam Solanj’la ‘Kime Ne’ meyhanesinde zamanı durdurduğumuz o unutulmaz anları hatırlarken. Sadece unutulmaz değil inanılmazdı o anlarda yaşananlar.
Aslında merhum dostum Prof. Jak Deleon Bey de bir Çiçek Pasajı tutkunu ve sevdalısıydı. Kendisiyle ne zaman buluşsak hep söz konusu pasajdan dem vurarak söze başlardık. Ne kadar ilginçtir ki kendisiyle dostluğumuz kötü bir tesadüf sonucunda başlamıştı. 1990’lı yılların başlarında.”Nokta Dergisi” bir polemiğe girdi ve bir anda beni Sevgili Jak Beyle karşı karşıya getirdi. İşlerimin çok yoğun olduğu bir gün kendisi beni aradı ve üzüntülerini bildirdi. Söz konusu derginin polemik konusu yaptığı sözlerin bana ait olmadığını söyledim kendisine. Ayrıca Nokta Dergisi’nin yayın yönetmeni Arda Uskan Beyle konuşup konuyu tatlıya bağlamaya çalışacağımı da bildirdim özür dileyerek.
O günlerde Arda Bey ve Kadınca Dergisi’nin yayın yönetmeni Duygu Asena Hanımla aram çok iyiydi. Gerek Arda Bey, gerekse Duygu Hanım kitap çalışmalarıma ara vermeden devam etmemi ısrarla istiyorlardı. Sürekli olarak teşvik ediyorlardı beni. Neyse, Arda Beyle yaptığımız kısa bir görüşme sonrasında polemiği hallederek tatlı bir sonuca bağladık. Durum tatlıya bağlanınca Jak Bey büyük bir nezaket göstererek beni Boğaziçi Üniversitesi’nin lokantasına davet etti. O günlerde öğretim görevlisiydi kendisi söz konusu üniversitenin.
Bir yandan yemeğimizi yiyor, diğer yandan da sohbetimizi sürdürüyorduk. Konu döndü dolaştı ve Çiçek Pasajı’na geldi. O anda kendisinin gözlerinde bir ışık belirdiğini gördüm. Belli ki bu pasajı çok seviyor, burasını topluma daha iyi ve kapsamlı tanıtabilmek için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışacağı kolayca anlaşılıyordu. Jak Bey, “Eski İstanbul’un (Yaşayan) Tadı” adlı eşsiz eserinde bakın nasıl anlatıyor söz konusu pasajı:
“… Çiçek Pasajı hoş bir mekândır. Neo-barok üslupta yapılmıştı. Kemerli girişinin üzerindeki alınlığa “garland”lar işlenmişti, alınlığın tam ortasında oymalı bir saat, saatin üstünde bir insan başı yontusu, iki yanında içinden meyveler dökülen deniz külahları vardı. 10 Mayıs 1978 gecesini 11 Mayıs’a bağlayan alacakaranlık bir saatte (04.00 olduğu söylenir) Beyoğlu’nu birbirine katan bir gürlemeyle çöktü. Tam 102 yaşındaydı. (Daha sonraki yıllarda yeniden düzenlenerek tekrar sevenlerinin hizmetine açıldı.)
Yapımı 1876 yılında tamamlanmış, Abdülhamit’in sütçübaşısı Hristaki Efendi tarafından satın alınarak “Cite de Pera” oluvermişti. Arada Yeniçeri Ocağı olarak da kullanıldığı bilinir. İkinci sahibi Sadrazam Küçük Sait Paşa’ydı. Sait Paşa binayı 1908’de alıyor, burası uzun süre Sait Paşa Geçidi olarak anılıyor. Çiçek Pasajı adını almasıysa, 1918’den sonraya denk düşer. İşgalci İngiliz ve Fransız askerler Beyoğlu’nda çiçek satan Beyaz Rus kızlara sırnaşınca kızlar buraya sığınıyor, böylece bir Çiçek Pasajı oluşuyor.
(1925’te İstanbul’a gelen Yunanlı diplomat Iasson Stavropoulos, 5 Mart günü eşi Julia’ya yazdığı mektupta şöyle bir not düşer. “Tanrım, o ne menekşe, o ne sümbül, o ne mimoza bolluğu! Üstellik çok da ucuza satıyorlar)
Meyhaneler 1940’lardan sonra çiçekçi dükkânlarının arasına giriyor, çok değil, yirmi yılı bulmadan meyhaneler çiçekçileri sayıyla alt ediyorlar. Ama meyhaneler de hep alt katta (ki pasaj denilen mekân budur) kalıyor, üst katlarsa uzun süre ucuz pansiyon odaları olarak kiralanıyordu. Bizim kuşak ya görmedi ya da ucundan yetişiverdi, ama Mehmet Kemal üstadın o keyifli muhabbet günlerini yaşadığı (ve yazmışlığı) vardır. Seviç, Lüks, Stop, Ankara Birahanesi, Entelektüel Cavit… Hele Entelektüel Cavit, pasaja 1943’te gelmiştir, unvanını Doğan Nadi’den almıştır ve anılarını anlatsa birkaç kütüphane rafı silme dolar!
Çiçek Pasajı, gül ve karanfil satan çiçekçileri, falcıları, aylakları, ayyaşları, külhanbeyleri, buzlu bademcileri, aktörvari dilencileri, hüneri müphem artistleri, anlaşılmış ya da anlaşılması “bilâ mümkün” sanatçıları… Şimendifer saatli eski İstanbulluları, laternacıları, akordeoncuları, viyolonistleri, seyyar tansiyoncuları, milli piyangocuları, ağırbaşlısı ve uçarısı, beş dil bilen kulağı kesik güngörmüş garsonları ve Balıkpazarı’nın cümbüşüne açılan kapısıyla dünyada eşi bulunmaz bir âlemdi.
Akşam alacası camgöbeğinden leylak koyusuna dönüştüğünde edebiyatçılar, gazeteciler, öğretim üyeleri, öğrenciler, bohemler ve her renkten “ehl-i keyif” bira fıçılarından devşirme masaları dolduruyordu. Kalın saplı balon bardaktan köpüklü bira (ya da meşrebine göre leylekboynu ve bülbülağzı kadehten buzlu rakı) içiyor, her daim taze karidesten, ıstakozdan, pavuryadan, lakerdadan, midye dolmasından, kılıç fümeden mezelik alıyordu.
İtalyan mimar Michael Capello’nun tasarımıyla Hogarth’ın 18. yüzyıl Londra’sını resmeden gravürlerini andıran Çiçek Pasajı için “Burası Beyoğlu’nun başkentidir” diyordu bir yaşlı Rum garson. İçki ve muhabbet dünyasının bu ölümsüz mikro kozmosundan kimler geçmedi ki? Ahmet Haşim, Sait Faik, Münir Nurettin, Doğan Nadi, Cahide Sonku, Maria Callas, Yehudi Menuhin, Haldun Taner ve yeryüzünün binlerce (hayır, on binlerce) ünlüsü”.
“Baki kalan gök kubbede hoş bir sedadır” Sevgili Hocam, toprağın bol, mekânın cennet olsun.