Değer mi !F?
okuma süresi 4 dakikaElim faremin üzerinde tedirgin. Bilet satın alma saatinin gelmesini bekliyorum. Sağ işaret parmağım gergin. Farenin sol tuşunun hemen üzerinde endişeli biçimde, 45 derecelik açıyla tetikte. Önümdeki listede “bu yıl görmezsem olmaz” dediğim filmler var. Benim gibi erken kalkan sinefillerin “7. Sanat”a olan olağanüstü açlıklarıyla, güçlü birer rakip olarak doğru zamanı beklediklerini biliyorum. Mücadelemde yalnız değilim. Ensemde zorlu rakiplerin, telaştan alınıp verilme frekansı yükselmiş nefesleri var. Eskiden böyle miydi? Ne zaman bu kadar yabancılaştık birbirimize. Ne zaman festival kuyruklarındaki ruhu yitirip teknoloji marketlerinin önünde favori oyun konsollarının son modeli için sabahlayan gamer’lar gibi hırslı hale geldik? Biletler ne zaman deste deste alınır oldu, hafta içi ucuz seanslardan?
Eskiden beri festivalleri takip eden biri olduğuma dair yeterli ipucu, çokça nostalji, kısmen hüzün, olduğu kadar edebiyat, bir miktar yitirilen değerler için yas tutma ve ritüellerin önemi… Bir festival yazısının gereklerini yerine getirdiğimize göre, artık birkaç tavsiye ile devam edebiliriz.
!F’te bu yıl yine bir sürü ‘şahane’ film var. Ancak fırsat maliyetinin önemini bilen her tüketici gibi temkinli davranmakta da bir hayli fayda var. “Fırsat maliyeti de ne?” diyorsanız, sorunun yanıtı yeni sekme açıp Google’lamaya bakar.
Gelelim !F’te kesin izlemeniz gereken kare asıma.
1. Halley
“Meksika’da bir spor salonunda güvenlik görevlisi olan Alberto, ölmeye başladığı gerçeğini artık daha fazla saklayamayacak hale gelir.” Bu muazzam tanıtım metni girizgahının devamı daha da şahane, ama alıntılamadan kendim filme dair bir şeyler diyeceğim. Alışıldık zombi konvansiyonlarının dışında takılan bu filmde, ölümüz çürüyen bedeninin ne görünüşü ne de kokusunu artık kapatamaz haldedir. Ölümü ya da içinde bulunduğu hastalığı onu utanılacak bir konuma getirir. Spor salonundaki artık tamamen anlamsız işini yerine getirmeyi sürdürürken yaşamına (ki teorik olarak o çoktan bitmiştir) son vermeyi aklına koyar.
Derken biz izleyiciler, bu garip anti kahramanın hayatında daha ne kadar beklenmedik gelişme olabilir? diye içimizden geçiriyorken olanlar olur.
Çürük et ve oksijenle birleşmiş kan kokusuyla sarılıp sarmalanmış bir platonun ortasında aniden arkadaşlık tohumları serpilir. Spor salonunun kadın yöneticisin burnu ya kötü kokuya karşı duyarsız ya da aslında iç güzelliğine önem veren biridir.
Bu garip hikaye festivalin en iyilerinden biri. İzlemeyen kendi kaybeder.
2. Antiviral
Erk ve para babadan oğula bir biçimde geçiyor. Peki yeteneğin aile içi bir aktarımla insanlığın başından sonuna doğru ilerlediğini söyleyebilir miyiz? David oğlu Brandon için sanırım söyleyebiliriz.
Bilim kurgudan baba tarafından yabancısı olmadığı “sıkıntılı” topraklara birkaç saniyede atlayan Antiviral, star kültüründeki sıkıntılı ilişkiler yumağını mikro seviyede inceliyor. Detayların içerisine, hastalıklı sevginin alyuvarlarına kadar giriyor. Ünlülerin bedenlerinde taşıdıkları hastalıkları kendi bedenlerine aktarmak, onlara kendilerini yakın hissetmek isteyen insanlara “yardımcı olan” bir klinikte çalışan Syd’in perspektifinden bu garip hikayeyi izliyoruz. Syd, mikrop kaçakçılığı yaparak, star kültürü piramidinin tepesinden aşağıya doğru veri akışını sağlıyor. Ama işler beklendiği gibi gitmiyor ve olaylar filmin mikrobik doğasına yakışır biçimde ilerliyor. Syd, bir starın ölümüne neden olan bir virüs taşıyor/kapıyor.
Velhasıl, Cronenberg’lerden Brandon, ilk filminde babasına güzel bir klark çekiyor.
3. Room 237
Kubrick’in Stephan King’i sinir eden uyarlaması The Shining’in leziz bir baklava gibi ince ince açılmış katmanlarında dolanan Room 237, aşırı yorum denen sıkıntılı zihinsel sürecin, dozu tutturulunca ne kadar şahane sonuçlar verebildiği üzerine leziz bir deneme.
Filmin çekildiği otelde yer almayan, otele ilerleyen yıllarda ticari açıdan zarar vermemek için otelin son odasına +20 ekleme yapılarak oluşturulan 237. odadan otel koridorlarındaki gizemli halı desenine, Jack’in tişörtünden Nazi Almanyasına kadar uzanan Room 237, bağımsız sinemanın son 10 yılda tohumlarını attığı yeni belgesel anlayışının muazzam bir ürünü.
Ha unutmadan, 2, 3 ve 7’yi birbiriyle çarparsanız sonuç 42 çıkıyor. Anladınız siz?
4. Berberian Sound Studio
Keşke bu filmin adı, kendi içinde geçen file adını veren filmin adı, yaniThe Equestrian Vortex olsaydı. Film içerisinde film, giallo’nun karanlık dünyası, korkunç çığlıklar, ülkesinden uzakta yalnız bir adam, sıkıntılı yapımcının acayiplikleri, deadline’ı sonsuzluk olan bir post prodüksiyon. Sen ne şahane bir karışımsın Berberian Sound Studio!
Broadcast’in şahane müziklerine de kulak vermeden edemediğiniz Berberian Sound Studio, film yapımı hakkında düşünen, yaratım sürecinin geneli hakkında ‘sancılı’ bir hikaye sunan bir yapım. Dör başı mamur bir şeyler izlemek istiyorsanız hafta içi seanslarına aldığınız ucuz biletlerden bir kaçıyla birilerini kandırmaya çalışın ve bu filme bir biçimde bilet bulun.
Kaç saattir yazıyorum hiç kullanmadım: Berberian Sound Studio, görsel-işitsel bir şölen tabirini gerçekten hak eden az filmden biri.