Kurt Vonnegut: Karmakarışık bir zihnin basit yol haritası
okuma süresi 3 dakikaBenim zihnimde Kurt Vonnegut isminde bir Amerikan şehri, bu şehrin iki meydanı var. Birinin adı Absürd diğerinin ise İronik. Birbirine geçmiş/karışmış kır saçlarıyla yaşlı bir adam bu meydanları sürekli birbirine doğru arşınlıyor. Elinde sigarası ve yüzünde kırışık bir gülümseme ile ciddiye aldığım her ne varsa gülüp geçiyor. Lokantalara saklanıyorum, gelip masama oturuyor. Rakımı elimden alıyor ve “Gerçeklerle yetinme” diyor. Gereksiz mezeler istiyor garsondan ama hiçbirini yemiyor. Anlam ve anlamsızlık korelasyonunu kendi zihninde basitleştiriyor. Anlamıyorum, “Sen nerede yatıyorsun geceleri?” diye soruyorum, bir kedi beşiği gösteriyor. “Askerliğini nerede yaptın dayı?” diyorum, “5 numaralı mezbahada” diyor. İşte ben zihnimde bu kaçık ihtiyarla yaşıyorum. Aptallık denen sokakta çok vakit geçiriyor. Sorsanız adres olarak orayı verecek nüfus dairesine ama oralı gibi durmuyor. Blues çalan bir bardan çıkıyor ve blues çalan evlere giriyor usulca. Gülüyor inadına. O gülüyor ve zihnim karıncalanıyor.
Aslında Amerika’ya gitmeden Amerika hakkında yazanları sevdim ben. Misal Kafka, misal Boris Vian. Amerika’nın içerisinde yazanlardan seçecek olursam ise, ilkgençlik heyecanımla hoboların kralı Martin Eden namı diğer Jack London’ı seçerdim. Boris Vian’ın da bir başkası olduğunu Vernon Sullivan’dan öğrenmiştim. Bir gün, bir başkası olabilmenin bünyemde yarattığı derin rahatsızlık sonucu yolumu kaybettim. Bu kayboluş içerisinde Vonnegut şehrinde Şampiyonların Kahvaltısı diye bir meyhanede buldum kendimi. Masa donandıktan ve Beth Gibbons dinlendikten sonra aksi görünümlü yaşlıca bir adam beliriverdi masamda. Geçmişten gelen zürafalardan, asker olmayan bir askerin hikayesinden, guguk kuşlarından bahsediyordu. Durduk yere soframa eklenen bu baharat da neyin nesi derken “Benim adım Kilgore Trout” diye bağırdı. “İyi de bana ne dayıcığım? İzin verirsen yalnız demlenmek ve daha ciddi şeyler düşünmek istiyorum,” derken sözümü kesti: “Aslında bu şehir benim!” “Yeter yahu!” dedim. Bu benim zihnim, benim dünyam, benim absürd hikâyem.
Savaş her daim kötüdür. Birçok yazar ve düşünür bu kötülüğü ısrarla vurgulamış ve yazmış bugüne kadar. Hatta Wittgenstein alamet-i farikası Tractatus’u dünya savaşında yoğun ateş altında iki cephenin ortasında yazmaya başlamıştır. Çünkü dünya üzerinde görüp görülebilecek en büyük cehennemdir savaş. Savaşa kötü demek kolaydır bu yüzden. Aptallık olduğunu söylemek ise Vonnegut’a özgüdür. “Ben hâlâ barış, bolluk ve mutluluk içinde hepimizin bir arada yaşayabileceğine inanıyorum. Ben bir aptalım.” derken aslında ironi meydanından, absürd meydanına yürüyen adamdır Vonnegut.
Zihnimdeki veya gerçekteki haliyle Vonnegut okumayı ve ciddiye almamayı gerektiren bir muammadır. Kurgunun ucunda, kıyısında gezmiş; yaratıcılığın postmodern yüzüne trajikomik boyası ile mizah çalmıştır. “Sanat ve edebiyat hayatınızı kazanmanın bir yolu değildir. Hayatı dayanılır kılmanın çok insani bir yoludur.” derken sanki zihnimdeki kendi adına sahip şehrin izbe bir meyhanesinde kumdan kitaba üfürükler saçar üstad.
Güzel adamdır Kurt Vonnegut. Şık adamdır. Vasiyeti tutulmuş mudur bilmiyorum ama mezar taşına “everything was beautifuland nothing hurt.” yazılsın ister.