Efsanevi Çiçek Pasajı’na Dair

okuma süresi 5 dakika
Unutulmaz öykü ve tiyatro yazarı Haldun Taner “Ölürse Ten Ölür, Canlar Ölesi Değil” adlı eşsiz eserinde bakın neler söylüyor bu yaşanılası ve yaşatılası pasaj hakkında

Unutulmaz öykü ve tiyatro yazarı Haldun Taner “Ölürse Ten Ölür, Canlar Ölesi Değil” adlı eşsiz eserinde bakın neler söylüyor bu yaşanılası ve yaşatılası pasaj hakkında:

“… Şurada Sulukule triosu gırnata, keman ve darbuka ile çiftetellilerin en oynağını çalar ve on beş yaşında kirli ayaklı ama Robin’i çıldırtacak endamlı bir Çingene kızı masaların üstünde göbek atarken beride tansiyoncu madam yaşlı müşterilerin ayaküstü sağlık kontrolünü yapar. Aldığı sonuca göre Entelektüel Cavit’e “Beye tuzlu meze getireceksin” diye direktifler verir. Votkalı bira ikmalini tamamlayıp yurt ve dünya sorunlarını çözümleyecek kıvamı bulmuş bir gevezenin değerli diskuru, son lig maçının teknik tahlilini yapan iki fanatik kulüpçünün tartışması ve seyyar bademcilerle cevizcilerin görüntüsünde güme giderdi.

Efkârlı bir gününüzde bu pasajın Balıkpazarı girişinden dalıp, ite kaka yahut itile kakıla, rastladığınız tanıdık tanımadık insanlara selam vere vere, önünüze çıkan yıvışık sarhoşları vücut çalımı ile geçe geçe, dolaşan seyyar satıcılara dert anlata anlata bu insan denizinden ilerlerdiniz. Biraz önce sizi burgulayan dertlerden, güncel sorunlardan, kişisel sürtüşme ve gocunma tortularından arındığınızı, hatta biraz önce niye burulduğunuzu artık anımsayamaz olduğunuzu hayretle görürdünüz. Orada, bu insan denizinin içinde, bir insan zerresi olurdunuz.”

Haldun Taner çökmeden önceki Çiçek Pasajı’nın günlük cıvıl cıvıl yaşamını böylesine arı bir dille anlatırken, Kadim Dostum Prof. Jak Deleon ise yeniden düzenlenerek hizmete açılan pasajın atmosferinden pek de memnun değildir. Bu konuda bakın neler dile getiriyor kendisi.

“… Çiçek Pasajı çöktükten sonra kör topal yaşamaya çalıştı, parçalanmadık noktalarında tek tük biracılar, köşe meyhaneleri, mezeciler beliriverdi ama eski tadı yoktu pek. Aslının sureti olmaktan öteye bir adım bile ileri gidemiyordu.

Tam on yıl sonra, 1988’in yaz ortalarında, Beyoğlu Belediyesi’nin öncülüğünde onarılarak tümden kılık değiştirdi. Çiçek Pasajı’nı Yaşatma ve Güzelleştirme Derneği’nin yaklaşık üç aylık uğraşı ve (yine yaklaşık) l.5 milyar masrafı sonucunda (eskisiyle isim benzerliğinin dışında hiçbir bağlantısı olmayan) bir Çiçek Pasajı çıkıverdi ortaya.

Masa ve sandalye işlevini gören koca bira fıçıları yok olmuş, yerlerini sabit ve tek tip masalar ve sıralar almıştı. Her şey tek tipti aslında, karamela (kimisi şampanya diyor ama pek andırmıyor) renkli boya tüm duvarları kaplıyor, garsonların üniformaları aynı, insanlar uzun bir koridorun iki yanına yüz yüze (ya da sırt sırta) iki paralel çizgi oluşturuyordu. İstiklâl Caddesi’nden girildiğinde solda bir kuruyemişçi, sağda tütüncü görülebilir.

Tepedeki sıra sıra “art nouveau” taklidi fenerlerin ışığında dikkatlice bakınca ufalmış gibi geliyor. Pasaj, köşe bucak, esrarengiz, her oyuğunda bir sır, bir serüven, bir senaryo saklayan, anason ve muhabbet tüten özgün kişiliği törpülenmiş.

Hiçbir mimari tarza külliyen girmeyen duvar oymalarının, kabartmaların ve süslemelerin altında Entelektüel Cavit (şimdiki adıyla Huzur), Stop, Seviç, Palmiye, Kime Ne, Pavyon, Erciyes, Ankara Birahanesi. Ve Lüks Karadağ, Aile, Pasaj, Çınar, Pera, Tempo, Mahzen gibi eski/yeni yerlerin bir bölümü var ama hiçbir birahane ve meyhane değil, tümü de “restoran!”.

Akordeoncu Madam Anahit Terziyan hâlâ burada ama gezinemiyor, bir köşecik tahsis etmişler kendisine, 30 yıldır bar fıçısından meyhane kasasına dolaşa dolaşa çaldığı parçaları oradan duyurmaya çalışıyor. Diğer müzisyenler, çiçekçiler, seyyar tansiyoncular? Yok olmuşlar. Viyolonist Paganini Bülent? Sırra kadem basmış. Ama çok daha temizmiş eskisine göre. Hanımlar yalnız gelebiliyormuş, avlusu karo parkeyle döşeliymiş, çatısı (Ramada Oteli gibi) boydan boya camla örtülmüş, mezeler taze ve servis özenliymiş, turist akınının ardı arkası kesilmiyormuş…

Olabilir ama orijinal Çiçek Pasajı’nın çizgileri, dekoru, atmosferi, kişiliği ve renkli panayırı andıran iç dinamiği korunarak gerçekleştirilemez miydi bütün bunlar?”

Değerli büyüğümüz Can Kıraç’ın dile getirdiği Çiçek Pasajı ise her şeyiyle günümüzü anlatıyor. Daha bir rasyonel, daha bir sıcak… “Galatasaray Liseli olduğum için Çiçek Pasajı’nın bende çok anıları vardır” diyerek giriyor sohbete:

“… Güneşin, akşamüstleri Anadolu yakası evlerinin camlarını alev rengiyle parlattığı saatlerde, İstanbul Boğazı sahillerindeki meyhanelere gelenlerin gönüllerine bazen ümit, bazen hüzün, bazen de sevgi ve heyecan doldurur. O saatlerde Beyoğlu’nda Çiçek Pasajı’na gitmenin başka bir keyfi vardır. Çiçek Pasajı meyhaneleri, yeni hayallerin güçlendiği masallardaki saraylar gibi gizem doludur.

Gönüllerimizi ve düşünce dünyamızı böylesine coşkulu dolduran Beyoğlu meyhanelerinde, her gün ve her gece başka bir âlem yaşanır. Sofraları süsleyen meze çeşitleri, içki içenlerin göz ve damak zevklerine yeni ufuklar açar. Hele rakılarını yudumlayarak hayal âlemine dalanların sofralarında her an yenidünyalar doğar. Ve arkadaşlarla paylaşılan rakı sofralarında, insanların şairlikleri de ortaya çıkar. Kendi iç dünyaları ile buluşan ‘meyhane ozanları’ şövalyeler gibi cesur, mecnunlar gibi âşık olurlar!

Anason kokusu, tütün dumanı, kokoreç ve midye tavası rayihası ile iç içe yaşanan Çiçek Pasajı meyhanelerinde insanlar, bir an gelip duman altı olup kendi âlemlerine yelken açarlar. Bu ortamda, vuslata susamış âşıkların terennüm edecekleri duyguları vardır:

“Ne zaman tutsam ellerini, gözlerimin önünden mevsimler geçer / Ne zaman gözlerin gözlerime değse, Samanyolu’ndan bir yıldız düşer”.

Sohbetleriniz daim olsun efendim.

Hoşça kalın…

 

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.